30 Aralık 2014 Salı
Hoşgeldin 2015!
Dileğim:
2015 Bedeninizin ve ruhunuzun toplum tarafından sömürülmesine izin vermediğiniz bir yıl olsun.
Neler Yaptım:
Ali İsmail Korkmaz için yapılan kütüphaneye kitap bağışında bulundum. Siz de katkıda bulunabilirsiniz.
Kaba, aklını geliştir(e)memiş insanlar ile uğraşmayı bıraktım.
İsminin önüne sürekli sıfat getiren insanlara tahammül edemediğimi söyledim.
Vapura binip şehrin rengi eşliğinde sergilere gittim.
Kendi dışıma çıkmıştım epeydir, kendime kavuştum.
Sevdiklerime mektuplar yazdım.
Dostlarımla buluştum.
Pazarları gezdim sebze meyve aldım.
Resim yaptım.
Kendim için kitaplar aldım.
Üç farklı şehir ve iki köy gezdim, konserler izledim.
Film Festivalinde film izledim.
Tiyatroya gittim.
Uzun uzun yürüyüşler yaptım.
Edebiyata sığındım, yazı yazdım, döktüm içimde ağır ne varsa.
Yeni yazarlar tanıdım.
Rica : Uygarlık artıkça mutsuz sayısı artıyor, nerede bir mutlu insan görürseniz ona hürmet edin, insanlık için büyük bir katkı sağladığını söyleyin kendisine.
İyi Yıllar,
Özgür Okuryazar
29 Aralık 2014 Pazartesi
Düşünen Adam – Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi
Bakırköy Ruh ve
Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesindeki Düşünen Adam heykeli, 1953
yılında bir dergide Rodin’in heykelinin fotoğrafını gören Başhekim Fahri Celal
Göktulga’nın isteği üzerine, orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat’a
yaptırılmış.
Yakındaki
ocaktan çıkarılan kaya blok, askeri birliklerin de yardımıyla yerine taşınmış.
Aylarca çalışan Künmat, heykelinin bitmesine az kala, ‘’Bu kadar emek
harcıyorum, paramı isterim…’’ demiş. Başhekim maaşının 400 lira olduğu günlerde
40 bin lira istediği söylenen sanatçının talebi geri çevrilmiş. Bunun üzerine
Künmat, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan bırakmış ve taburcu
olup çıkmış. Heykel 6 ay boyunca kolsuz beklemiş.
Başhekimin heykeli devam ettirmesi için verdiği ikna çabaları
sonuç getirmeyince hastane kabul memuruna “Her yatan hastanın mesleğini mutlaka
sorun, resim ya da heykelle ilgilenen bir hasta yatarsa mutlaka haberim olsun”
talimatını verir.
Tabii bu arada kendini büyük heykeltıraş sanan birkaç manik
hasta başhekimliğe başvurur. Başhekim her seferinde haberi alınca sevinir ancak
bu sevinç kısa sürede yerini hayal kırıklığına bırakır.
Düşünen Adam’ın kolunu, ‘’psikotik depresyon’’
tanısıyla hastaneye yatırılan Mehmet Pişdar adlı bir yüzbaşının tamamladığı ve
karşılığında da taburcu edildiği söylenir. Günde altı-yedi saat çalışan Pişdar, model olarak da yine kader birliği
ettiği arkadaşlarını kullanır. Kimi arkadaşları, eli çenesinde saatlerce
kıpırdamadan boş gaz tenekesi üzerinde oturarak destek verir Pişdar’a.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Yararlanılan kaynaklar: Google, Gazete arşivleri,
Metis Ajanda
26 Aralık 2014 Cuma
Kıran Resimleri - İNCİ ARAL
17-26 Aralık MARAŞ KATLİAMI
Kıran Resimleri - İnci Aral
Tutuşturulmuş bezleri pencereden içeriye fırlatanlar, dinamit savuranlar, duman, ateş, çığlıklar…
Kızların memelerini kesip ağaca asanlar,
Kadınlara tecavüz edenler,
Bir gözü görmeyen ninenin diğer gözünü sopayla oyup, sonra kurşuna dizenler,
Korkudan dili tutulmuş beş yaşındaki çocuğun ağzına kurşun yağdıranlar,
Sekiz aylık hamile kadının karnını deşip cenini çıkartanlar,
Cesetleri çiğneyip, oradan oraya sürükleyenler,
Canlı canlı insanları yakanlar,
Saçından sürükleyip kopan saç derisiyle birlikte bir kenara fırlatanlar,
Delice koşturan, kapıları omuzlayan, ellerindeki baltaları savuranlar, pencerelere dinamit fırlatan gölgeler.
Sahi kimdi bu gölgeler?
Kimin gölgeleriydi?
Onlar kimin kollarıydı?
Onlar gibi şakalaşıp gülebilen, merhaba diyen, ekmeği, suyu, aşı onlar gibi yiyip içen, aynı yokluğu ve yoksulluğu yaşayan gölgeleri. Kim yolladı onları, nasıl?
Yaşamımızın ve inancımızın ayrımı nerede keskinleşti?
Ne zaman biriktirdiler bu hıncı içlerinde?
Canlı canlı insanları yakacak kini nerede büyüttüler?
İnci Aral Maraş Katliamını en iyi bilenlerden. Çünkü katliamın üstünden 1 yıl geçmişti, Alevilerin sığındığı köylere gitti. Tanıklarla görüştü ve ‘’Kıran Resimleri’’ kitabını yazdı. İnci Aral 10 günde 10 köy gezmiş, mağdur aileler ile görüşmüş ve bu katliamı kaleme almış. Bu süreçte hiçbir köyde kayıt cihazı kullanmamış ve mağdur olmuş ailelere ‘’sizlerin gerçek isimlerinizi yazmayacağım’’ dediğinde. ‘’Hayır gerçek isimlerimizi yazın, mağdur olan biziz, herkes duysun sesimizi, yaz ki hatırlasınlar’’
Yedi gün süren bu vahşeti yaşamış, derin acılar çekmiş, kirvem, eşim, dostum dedikleri insanlarla karşı karşıya gelmiş bu acılı insanların, kadınların gözünden, dilinden, yüzlerinden okunanları, dilinden süzülenleri anlatıyor bu kitap. İşte tüm bu yaşananlardan bir tablo sunuyor bize.
İnci Aral'ın yazarlığında bir dönemeç saydığı bu kitabı insanın içini dağlıyor, İnci Aral Maraş’tan döndükten sonra bir ay boyunca konuşamamış, doğru düzgün bir şey yiyememiş, travma yaşamış ve on yıl sürecek bir migren sahibi olmuştur.
Daha önce İnci Aral ile ilgili yazdığım bir düşüncemi burada yinelemek istiyorum ve bunun tam zamanı olduğunu düşünüyorum, İnci Aral’ın tüm kitapları mutlaka okunmalı; çünkü İnci Aral romanlarında bir karakter yaratırken dönemin politik, ekonomik, toplumsal koşullarını bir bütün olarak ele alıp sizi o dönem içinde anlamlı bir yolculuğa çıkarıyor.
1983 yılında yayınladığı bu kitabıyla Nevzat Üstün Öykü Ödülü'nü almıştır.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
23 Aralık 2014 Salı
Toprak Yeşerince – Knut Hamsun
Toprak
Yeşerince – Knut Hamsun
Knut Hamsun
kendisini okutan bir yazar. Knut Hamsun’u, özgür okuryazar sayfamda bir
takipçimin önerisiyle tanıdım. Kitaplarını okudum ve çok sevdim. Hamsun, uzun
uzun anlatmayı sevmeyen, detaylarda kaybolmayan bir yazar. Bazı yazarların sayfalarca
anlatmak istediği duyguları Hamsun tek satırda duru bir anlatımla okuyucusuna aktarabiliyor.
‘’Toprak Yeşerince’’ kitabında Knut Hamsun kapitalizmin,
modernleşmenin, zengin olmanın yıkıcılığına değinmiş. Modernleşmeyle birlikte karakterlerin
olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarındaki değişimi çok iyi anlatmış.
Karakterler çok iyi tasvir edilmiş bir solukta okuyup bitirebileceğiniz bir
kitap.
İsak bir toprak
işçisi, gövdesiyle, ruhuyla durmadan toprakla uğraşan bir işçi. Tarımın ilk
günlerinden kalma yaban ortasına gelip yerleşmiş bir adam. İsak’ın toprak ile birlikte
sürüklenen hayatını çok sevdim. Toprağın mucizesine bir kez daha inandım.
1920 yılında
yazdığı bu roman kendisine Nobel Edebiyat Ödülü getirmiştir.
Not: Bu romanı uzun
uzun anlatmak istemiştim ama üst katlarda bir yerlerde tadilat var ve matkap
çalışıyor. Beynimin içinde bir yerler oyuluyormuş gibi hissediyorum, düşüncelerimi
toparlayıp yazamıyorum.
İyi okumlar,
Özgür Okuryazar
Knut Hamsun : yazar,
şair, oyun yazarı, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi,
Açlık, Toprak
Yeşerince, Göçebe önemli eserleridir.
18 Aralık 2014 Perşembe
Sevgili Ermiş – Halil Cibran
Sevgili Ermiş – Halil Cibran
Son bir yıldır uzun uzun mektuplar yazıyorum, postalanmamış.
Kaçıp sığındığım içimde ne var, ne yok akıttığım uzun mektuplar yazıyorum.
Okununca yargılanmacağım, yok sayılmayacağım, doğama saygı duyulacağı,
buluşulan ilk ‘’sözde’’ dost sohbetlerinde meze yapılmayacağım bir adres
bulamadım henüz.
Sevgili Ermiş kitabında Halil Cibran ve Mary Haskell’in Aşk
Mektupları var.
Cibran’ın sağlığı hiçbir zaman yerinde olmadığını, arkadaşlarına
ve akrabalarına yazdığı mektuplarda sık sık rahatsızlığından bahsederdi.
Ölmeden önce uzun süre çektiği tam teşhisi konmamış ciddi bir hastalık yüzünden
eriyip gidiyordu. 1930 yılında hasret duyduğu sağlığına bir daha kavuşamayacağı
hakkında ona imalarda bulunulmuş. Cibran artık hastaneye gitmeyecekti.
Ve Mary Haskell bir arkadaştan çok daha fazlası ve Cibran’a olan
yakınlığını kız kardeşinden başka kimse bilmiyordu. Mary neredeyse otuz yıl
Cibran’ın hayatının bir parçası olmuştu.
Cibran’ın Mary’e yazdığı bir mektubundan
...Ne zaman mutsuz olsam senin mektuplarını okuyorum sevgili
Mary. Sis içimdeki ‘’ben’’i ezdiğinde, küçük kutudan iki ya da üç mektubu
alıyorum ve onları yeniden okuyorum. Bana gerçek benliğimi hatırlatıyorlar.
Hayatta yüce ve güzel olmayan ne varsa göz ardı etmemi sağlıyorlar. Her
birimizin ama her birimizin bir yerlerde mutlaka dinlenecek bir yerleri olmalı,
sevgili Mary. Benim ruhumun dinlenme yeri, içimdeki sesin üzerine edindiğim
bilginin yaşadığı güzel bir koruluk.
Ve şimdi renklerle boğuşuyorum: Kavga korkunç ve birimiz
yenmeli! ‘’Peki ya senden ne haber, Halil? ‘’ dediğini duyar gibi oluyorum. Ve
Halil içindeki sese duyduğu susuzlukla diyor ki, ‘’Bırak da ruhumu renklerle
yıkayayım, bırak da gün batımını yutayım ve gökkuşağını içeyim.’’
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
15 Aralık 2014 Pazartesi
Pablo Nerud'nın Nazım Hikmet'le sohbeti
Şili’li şair Pablo Neruda sürgünde olduğu yıllarda
kendisi gibi sürgünde olan büyük şair Nazım
Hikmet’le Moskova’da sık sık buluşur sohbet ederler.
Neruda,1973
yılında anılarını kaleme almaya başladığı kitabında 'Onun yanında biz şair bile olamayız' dediği Nazım Hikmet ile bir sohbetine yer
vermiş.
‘’Şiirin gelecek
olduğuna inanıyorum’’ diyen bu büyük şair, Sovyet Rusya’da yaşıyordu. ‘’Şiir,
insan ruhundan devamlı bir şeyler talep eder’’
dediğini anımsıyorum. Hikmet yaşamının on sekiz yılını hapishanelerde
geçirmiş, sayısız işkenceye dayanmıştı. Türk deniz kuvvetlerinde ‘askeri isyana
teşvik etmekle’ suçlanan Nazım Hikmet inanılmaz cezalara çarptırılmıştı.
Duruşması bir savaş gemisinde olmuştu. Bana anlatılanlara göre Nazım önce
bitkin düşene kadar güvertede yürütülmüş, sonra da beline kadar ayakyolundaki
pisliğin içine sokulmuş. Benim şair dostum pislik kokusundan bayılacak ve
aklını yitirecek duruma gelmiş. Fakat son anda kendini toparlamış. Düşünmüş,
cellatlar beni bir yerden gözetliyorlar. Çöküp, pisliğin içine devrileceğimi
görmek, kötü kaderime sevinmek istiyorlar. İşte o anda gururuyla gücü de geri
geliyor. Önce ağırdan, usul usul şarkı söylemeye başlıyor. Sonra sesini
yükseltiyor, iyice bağıra bağıra şarkı söylüyor. O anda aklına gelen, bildiği
halk türkülerini, aşk türkülerini, şiirlerini, halkının ezgilerini… İşte böyle
yenmişti pislikleri ve acılarını.
Bana bütün
bunları anlattıktan sonra şöyle demiştim ona:
‘’Kardeşim, sen
o türküleri herkes için söyledin! Bizler bundan sonra ne yapmamız gerektiğini
düşünmekten hiç çekinmeyeceğiz! Ne zaman şarkı söylemeye başlamamız gerektiğini
de artık biliyoruz.’’
O bana halkının
çektiği acıları da anlatmıştı. Ülkesinde derebeyleri köylülere acımasızca
zulmetmişti. Nazım onların hapishanelere atıldığını yaşamış, yiyecekleri ekmeği
verip, tütün aldıklarını, sonrada açlıktan avludaki otlara bakıp durduklarını
görmüştü…
Ateşli bir
dogmatizm karşıtı olan Nazım uzun yıllar Sovyetler Birliği’nde sürgünde yaşadı.
Onu kabul etmiş bu ülkeye olan sevgisini şöyle açıklamıştı:
‘’Ben şiirin
geleceğine inanıyorum. Buna inanmamın nedeni, yaşadığım bu ülkede şiirin insan
ruhundan devamlı bir şeyler talep etmesi’’
Onun bu sözlerinde
bizlerin uzaklardan fark edemediği bir çok sır gizli.
Pablo Neruda
Şilili yazar ve
şair
Kendisi Nazım Hikmet
adına Barış Ödülü almıştır. Bir kongrede Nazım Hikmet ile ilgili 'Onun (Nazım
Hikmet'in) yanında biz şair bile olamayız' diyerek Nazım Hikmet'i övmüştür.
Yaşamı boyunca güçlü
siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı
durmuştur. 1971 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülünü aldı. 1972
yılında sağlık sorunları nedeniyle elçilik görevini bırakarak Şili'ye döndü. 24
Eylül 1973'de kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
13 Aralık 2014 Cumartesi
Böyle Havalarda...
Böyle havalarda Albert Camus okuyacaksın, öyle temiz adamlar tanıyacaksın.Basit şeylerle mutlu olacaksın, mutluluk benim diyeceksin.Kendine yönelecek, unuttugun kendini bulacaksın.Edebiyata sığınacaksın yazacaksın mesela, kibirini, kinini, içinde ağır ne varsa...
İyi okumalar
Özgür Okuryazar
10 Aralık 2014 Çarşamba
Mutsuzluk
Evet, çağımız
insanının sorunu mutsuzluktur. Mutsuzluk, insanın kendi doğasına ve yaşama
yabancılaşması demektir. İnsanlar sevgi ve güven duygularını yitirince, mutlu yaşama
erdemini de yitirirler. İşte bugünün insanı, erdeme onun sağlayacağı mutluluğu,
yani sevgiyi aramaktadır. Bir başka deyişle, insan kendini aramaktadır.
Fromm'a göre çağımız insanını mutsuz kılan etmenleri anlamak için, yaşadığımız hayatın sorgulanması gerekmektedir. İçinde yaşadığımız kültürün en önemli özelliği, insanı değersizleştirmesidir. Etkin ve üretken bir biçimde yaşama katılma ve kendini gerçekleştirme olanağı bulamayan insan, ideolojilerin, dinlerin vb. tabuların kölesi olmaya zorlanmaktadır. Çünkü egemen kültür insanları özgür ve benzersiz kimlikleri ile kabul etmek yerine etnik, dinsel ya da sosyoekonomik özelliklerine göre kategorize etme anlayışı üzerine kurulmuştur.
Erich Fromm - Amerikalı ünlü bir psikanalist, sosyolog ve filozoftur. Ruh
bilimin Maksist –Sosyalist ve insancıl yaklaşımın en önemli temsilcilerindendi
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Facebook: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
Twitter: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram: http://instagram.com/ozgurokuryazar/
8 Aralık 2014 Pazartesi
İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali
İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali
Türk Edebiyatı tarihinde hızla gelip geçmiş bir yazardır Sabahattin Ali.
1940 yılında kaleme aldığı bu romanı kuvvetli iç çözümlemeleri, karakterlerin psikolojik iniş çıkışları, toplumsal olgulara dokunuşuyla benim için farklı bir yere sahiptir. Sabahattin Ali romanın yazıldığı dönemi o kadar iyi irdelemiştir ki, işlediği konu itibariyle doğruluğu günümüzde geçerliliğini korumaktadır.
İçerisinde çok güzel aşk betimlemeleri barındıran bu romanı okurken Macide ve Ömer’le birlikte Sirkeci, Fındıkzade, Sultanahmet, Beyazıt, Laleli arasında çok şey öğreneceğimiz aynı zamanda içimizde yarattığımız acizliği görebileceğimiz bir yolculuğa çıkacağız.
‘’İçimizdeki Şeytan’’ kitabını okurken altını çizdiğim o kadar çok satır var ki, üzerinde durup düşündüğüm, silkinip kendime geldiğim...
İşte o satırlar.
..."riyakarlık tesellide son haddini bulur"...
"... lakin hilkat bize bu felaketi hafifletecek bir vasıta vermiş: etrafı çeşmi ibretle temaşa kabiliyeti..."
‘’iyilik kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.’’
"insanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır."
Herkesin kendisinden bir şeyler bulabileceği, farkındalık eşiğini atlatan değerli bir roman.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Facebook: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
İnstagram: ozgurokuryazar
5 Aralık 2014 Cuma
Kalanlar - Tezer Özlü
Kalanlar - Tezer
Özlü
Saçma sapan
oyunlara, insanı kendini unutturacak kurallara; öze ters düşecek dayatmalara
hiç teslim olmamış Tezer Özlü. Zaten içinde yaşadığımız toplumun genel
düzeyinden çok daha fazlasını öğrendiğinde söylediğin her şey ülke
değerlendirmeli karşısında delilik sayılıyor.
Tezer Özlü
ömrünü yaşanılacak bir yaşamın peşinde geçirmiş bir yazardır. Kitabında bundan
şöyle söz eder ‘’Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım’’. Tezer Özlü’nün
yeryüzüne dayanabilmesi için, dünyanın neresinde olursa olsun kelimelerin ona
eşlik ettiğini görüyoruz.
Benim Tezer
Özlü kitapları okurken öğrendiğim şey ise; bir insanın kendi dünyasına egemen olduğu
sürece özgürleştiği idi. Bunu başarabilmek içinde edebiyata kitaplara
sığınmaktan başka çaremizin olmadığıdır. Kendi dünyasına egemen olan insanın coşkusunun,
heyecanının, sevgisinin hiç bitmediğini düşünüyorum.
Kitaplar,
manevi birer hazinedir.
Kalanlar kitabı
ufak ama Tezer Özlü’yü tanımak için son derece önemli kitaptır.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
1 Aralık 2014 Pazartesi
Kendi Gecesinde - İnci Aral
Kendi Gecesinde – İnci Aral
İnci Aral’ı ilk olarak ‘’İçimden Kuşlar Göçüyor’’ kitabı ile tanıdım. Sonra birkaç kitabını daha alıp okudum ve şuan şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki İnci Aral’ın kitapları mutlaka okunmalı; çünkü İnci Aral romanlarında bir karakter yaratırken dönemin politik, ekonomik, toplumsal koşullarını bir bütün olarak ele alıp sizi o dönem içinde anlamlı bir yolculuğa çıkarıyor
‘’Kendi Gecesinde’’ baş kahraman Hayal Ali. Çocukluğunu 12 Eylül gölgesinde sevgisiz bir evde, varlıklı ve eski eser kaçakçısı bir baba tarafından özenle büyütülerek geçirmiş. Cinsel kimliği karışık bu genç adamın İstanbul’dan İngiltere’ye uzanan yaşamı var bu kitapta. Kitapta en sevdiğim bölüm Hayal’in kaçıp sığındığı ve içini döktüğü Sahil. Coğrafi bir niteleme değil, insanların yasaklardan, günahlardan, toplumun kınayıcı ve yok sayıcı gözlerinden kaçıp sığındıkları herhangi bir yerin simgesi olarak sahili çok sevdim. Günümüz insanlarının bu tür sıkışmışlıkta nereye sığındıklarını, yüreklerini nerede dinlendirdiklerini ya da sığınamadıklarını merak ediyorum. Kendimi, kendi sığınağımı düşünüyorum - apartmanın boşluğuna baktığı için penceresi buzlu cam ile kaplanmış, yaklaşık 4 metre kare büyüklüğünde, içinde mor kanepesi olan- odamı. Yargılardan, eleştirilerden, yok sayıcı gözlerden, kendini dünyanın en üstün insanı olduğunu ispatlamaya çalışan insanlardan kaçtığımda sığınıyorum. İçimdeki muhtelif sesleri dinlemeyi, onlarla buluşmayı seviyorum.
İnci Aral’ın “son uzun soluklu romanım” diye adlandırdığı “Kendi Gecesinde” anne oğul ilişkisizliği, baba oğul arasındaki dokunaklı sevgi- nefret ilişkileri, yetişmekte olan bir erkek çocuğun her iki cinse de yakın gelişen karmaşık cinsel kimliği, toplumdaki kültürel değişimin hızı, gençliğin bu değişim karşısındaki duruşunu okuyacaksınız.
İyi okumalar,
Özgür Okuryazar
Facebook: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
Twitter: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram:http://instagram.com/ozgurokuryazar
25 Kasım 2014 Salı
Tezer Özlü
"ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu, verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki... Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yanım yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum iyi giyinene iyi yer verdiğiniz için aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, birşey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle, okullarınızla, işyerlerinizle, özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz ölmek istedim, dirilttiniz, yazı yazmak istedim aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım..."
Tezer Özlü
Ölüme Erken Koşmuş Yazar
Her okuyan özler onu...
24 Kasım 2014 Pazartesi
Çocukluğun Soğuk Geceleri – Tezer Özlü
Çocukluğun
Soğuk Geceleri – Tezer Özlü
Geç gelen bir
kış akşamının en kıyısındayım bu kitabı okurken, yağmur yağıyor. Ortalık
sessiz. Gece yağmur yağdığında içime çöreklenen acılar dışarı fırlar hep
rahatlarım fakat okuduğum bu kitapla birlikte içimi derin ve büyük biz özlem
kaplıyor. Tezer Özlü’yü özlüyorum. Erken ölümü karşısında duyduğum sadece
üzüntü olmuyor, öfke duyuyorum. Her zaman gençtir bir sanatçının ölümü ama bu?
Henüz 42 yaşındaydı.
Yazar bu
kitabında salt yaşadıklarını, oradan süzülenleri tüm içtenliği ile dile
getirmektedir. Sanırım çok az yazarda tadarız bunu. Hep gerçekçi oluşu bu
içtenliğinden geliyor. Kitabında cinsellik üzerinde epey duruyor. Sevişmenin
doğallığından, büyütülecek bir yanının olmadığını, toplumun öldürdüğü güdülerin
bir anlamda kurtarılmasını vurguluyor.
Tezer Özlü’
nün daha ilk satırlarda ne kadar hassas ve çok duyarlı bir ruh yapısına sahip
olduğunu anlıyorsunuz. Kurulu düzenin öngördüğü koşulların hiçbirine uymaması
onun hep klinikte gözünü açmasına neden oluyor. Manik-depresif tanısı konmuş ve
bir süre klinikte kalmıştır. Bu hastalığı her zaman çevresindeki insanlarda
darbe yediğinde, ona yapılan haksızlıklara dayanabilecek gücü kalmadığında,
toplumun büyük olaylara gebe olduğu, insanların öldürüldüğü, işkence gördüğü
günlerde depreşiyordu.
Hastanede
gördüğü ve yaşadığı olaylar ise şöyle, ‘’Benimki herkese kalkmaz, sana
kalktı,’’ diye iyileştireceği hastanı kovalayan ruh doktorları, hastaya, altın
dişli kabzımal görüntülü adamının önünde striptiz yaptıran hemşireler,
hastaların özel olarak intihar etmelerini sağlayan gece hademeleri resmen
Freud’a muhalefetten içeriye tıkılacak tipler (!) Birde sigarasını neden yerde
söndürdü diye hastayı eşek sudan gelene dövdükten sonra ona deli gömleği
giydirip, karyolanın demirlerine de gerip ıslak bezle vura vura benzeten gece
bekçisi’’
Şöyle diyor
yazar: ‘’ Beni iyileştiren ne şok, ne ilaçlar.
Beni iyileştiren, bu kliniklere bir kez daha kilitlenme olasılığının verdiği
büyük ve derin korku…’’
Yıllar sonra
göğsünde bir kitle görülmesine rağmen hastanelerden, tedavilerden nefret ettiği
için tedavi görmeyi reddetmiştir. Geç kalınmıştır.
Paris’teki
doktoruna şöyle söyler: ’’Dünyanın en
büyük acıları beni buldu, ölmeme izin verin’’
Daha sonra
bir dostuna yazdığı mektupta ise ‘’aslında
ben geçen yıl öldüm, ama arkadaşlar beni tuttular’’ diye yazmıştır. 1986
yılında Tezer Özlü yaşama veda etmiştir
Çocukluğun Soğuk Geceleri bence üzerinde durup düşünmemiz
gereken bir kitap. Yazar kendisini anlatmış gibi görünse de, var olduğu
koşulları, birlikte yaşamak zorunda olduğu insanları anlatarak dünyayı
yargılar.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
21 Kasım 2014 Cuma
Veba - Albert Camus
Veba - Albert
Camus
1913 Cezayir
doğumlu Fransız asıllı yazar 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştır, Rudyard Kipling 'den sonra
bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur. Albert Camus'nun
1947'de yazdığı Veba romanı, Cezayir’in Oran şehrinde baş gösteren bir salgının
hikayesidir.
Veba
karşısında insanların çaresizliğini gözler önüne serdiği muhteşem bir kitaptır.
Daha ilk sayfalarda çirkin bir şehir olarak betimlenen ‘’Oran’’ ile başlar
hikaye ve betimlenen gri şehir siyaha döner sayfalar çevrildikçe. Fareler yavaş
yavaş lağımlardan sokaklara taşınıp ölmeye başladıktan sonra, bölgedeki
insanlar da büyük acılar içinde ölmeye başlar. 'hayat bir şey değildir itinayla
yaşayınız.' diyen varoluşçu filozof Camus kitapta veba sonrası karantinaya
alınmış bir adada kalmış insanların hikayesini bir doktorun ağzından anlatmaktadır.
Camus’nun kullandığı akıcı üslup ve tasvirler inanılmaz.
Veba için belli
bir alana sıkışmış insanların ruh hallerinin analiz edildiği, insan
psikolojisine odaklı bir kitap diyebiliriz.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Albert Camus: 20.
yüzyılın en güçlü yazarlarından biri olan Albert Camus. Yoksul bir aileden
gelen Camus'nun babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du I. Dünya savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti.
Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha
bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi 'ne kabul
edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı
yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra
çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da
tamamlayabildi.
Facebook: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
Twitter: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram: özgürokuryazar
17 Kasım 2014 Pazartesi
Moskova'da Yanlış Anlama -Simone de Beauvoir
Moskova'da
Yanlış Anlama -Simone de
Beauvoir
Moskova'da Yanlış Anlama, yaşlı bir çift olan André ve
Nicole'ün, André'nin ilk evliliğinden olan kızı Macha'nın yanına, Sovyetler
Birliği'ne yaptıkları seyahat esnasında yaşadıkları bir yanlış anlamayla içine
girdikleri kriz etrafında gelişiyor. Yaşlılık, geçip giden zaman, hayal kırıklıkları
üstüne kaleme alınmış kısa ama etkili bir kitap. 1965 yılında kaleme alınmış ve
eser ilk kez 1992 yılında Roman 20-50 dergisinde yayımlanmıştı. Şimdiyse
Türkçe’de…
Konuk Kız, İkinci Cins ve İkinci Seks adlı önemli
kitapları ile ufkumuzu zenginleştirecek tartışmalar yaratan Simone de
Beauvoir'ın kısa öyküsü Moskova'da
Yanlış Anlama, kadınların ve erkeklerin yakından tanıdığı duyguların
üstünden yine bu duygu durumlarının yarattığı karmaşanın, zamanın ve kentlerin
tanıklığı ile geçmemize olanak veriyor.
Simone de
Beauvoir : .9 Haziran 1908 – 14 Nisan 1986. Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe
politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci. ilk kez
1970 yılında bir ‘feminist’’ olduğunu açıklar. Uzun bir süre, özerk bir kadın
hareketine karşı çıkmıştır. Sosyalist bir devrime ve bunun sonucunda da kadın
sorunlarının kendiliğinden çözüleceğine inanmaktaydı. Anılarının son cildinde
belirttiğine göre, bunun için feminizme sığınmaktan kaçınmıştır
|
İyi Okumalar
Özgür Okuryazar
Twitter:ozgurokuryazar
İnstagram:ozgurokuryazar
11 Kasım 2014 Salı
Aylak Adam - Yusuf Atılgan
Aylak Adam –
Yusuf Atılgan
Kitabı
okurken benimde üzerinde durup düşündüğüm bir konu vardı ‘’Bir şey’’ olmak. Toplum içinde yaşamanın bir
gerekliliği gibi dayatılan bu şeyin yani bir şey olmaya çalışmanın ruhun bir
hastalığı olduğunu düşünüyorum. İnsanlar daha kendi varlıklarını tanımamışken
bir başkası, bir şey olma gibi hedefleri var. Bu insanlar, ödünç aldıkları
hayaller gölgesinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Oysa hayat
bir şey olmak için değildir, bence hayat bir arayış olmalıdır. Kastettiğim, şu
olmak, bu olmak arayışı değil bu arayış bize toplum tarafından dayatılmış saçma
sapan bir şeydir, toplum senin birey olmandan her zaman korkar, bizi içine
aldığı çemberin dışına çıktığımızda, başkaları tarafından bize verilmiş her şeyden
kurtulduğumuzda varlığımızı keşfetmeye birey olmaya başlarız. İşte bu nokta
hayatın başlangıcıdır. O zaman gerçek sevgi, gerçek arkadaşlıklar, kendi
hayalin, kendi yanlışların, kendine özgü bireyselliğin olacak. Sevgi
geliştikçe, dostluk geliştikçe hayat zenginleşecek.
Size ‘’Aylak Adam’ı’’
anlatmak isterken ne yazarsam yazayım eksik kalacak hissini üzerimden atamadım.
148. sayfada meyhanede geçen bir diyalog tüm söyleyeceklerimi özetler
nitelikte. Sizin için 148.sayfayı yazdım.
- - Ya sen? Diye sordu. Görmeyeli neler yapıyorsun?
Artık utanmıyordu. Söyleyebilirdi.
- - Ben çoğu geceler içiyorum, dedi. Şakağımdaki ağrıyı duymamak için, iştah açmak için falan diyorum ama değil, biliyorum. Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burda gülerler. Böylesi daha az içer. Ya ben? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum? Belki yalnız baş ağrısından...
- - Ya içmediğin zamanlar?
- - O zaman ararım.
- - Hep arayacaksın sen. Ya resim, ya kitap...
- - Tutamak sorunu. İnsanın bir tutamağı olmalı.
- - Anlamadım.
- - Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, ‘’ Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur’’ demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlikte düşünen, seven, duyan bir kadın!
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Yusuf
Atılgan- 1921'de Manisa'da doğdu.
Manisa Ortaokulu'nu (1936), Balıkesir Lisesi'ni (1939) ve ikinci sınıftan sonra
askeri öğrenci olarak devam ettiği İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü'nü bitirdi
Twitter: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram: ozgurokuryazar
Mail:ozgurokuryazar@gmail.com
7 Kasım 2014 Cuma
Açlık – Knut Hamsun
Açlık
kitabını okurken mide kazıntılarıyla defalarca mutfağa koşup, sonrasında ise yediklerimden,
içtiklerimden utandığım bir süreç yaşadım. Ünlü bir yazar olmaya çalışırken bir
yandan açlıkla pençeleşen bir gencin oldukça hüzünlü öyküsü var bu kitapta.
Yazarın muhteşem
açlık betimlemeleri ile açlığı bütün bünyenizde hisseder midenize bir bıçak
saplanır gibi olur ve ağlamak istersiniz. Bir insanın açlığı bu kadar iyi
betimleyebilmesi için bunu yaşamış olması gerektiği kanısındayım ve kitabı bitirdikten
sonra öğreniyorum ki Knut Hamsun açlık romanını aç kalarak, açlık sayıklamaları
içinde yazmaya başlamış, gençlik yıllarında çok ciddi anlamda parasız kalmış.
Senelerce deneyimlemiş olduğu bu açlık duygusunu ‘’Açlık’’ adlı romanında
betimlemiştir.
Karakter öyle
naif, öyle kırılgan, öyle şiirsel ki çok seveceksiniz. Yaşadığı hayal
kırıklıkları ve açlığından ileri gelen fiziksel tepkimelerine rağmen gururunu
ve onurunu kıracak her türlü çalma, dilenme gibi olaylardan uzak kalmıştır.
Dibe
vurmuş bir insanın ruh halini, son derece sıkıntı veren bir konuyu delilik
noktasından yakalayıp okunur bir hale getirmek
Nobel Edebiyat Ödülü almış
yetenekli yazar Knut Hamsun ait,
muhteşem çevirisi ise Behçet Nacatigil’e
ait.
İyi okumalar,
Makbule
Knut Hamsun
Behçet
Necatigil tarafından
dilimize çevrilen "Göçebe" adlı kitabını elli yaşlarında
tamamlamıştır.1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. 1952 yılında
doksan iki yaşında banyosunda ölü bulundu.
İnstagram : ozgurokuryazar
facebook:https:https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
5 Kasım 2014 Çarşamba
Bertrand Russell
Bertrand Russell tüm dünya hükümetlerine "aykırı" gelebilecek şu öneriyi yapmıştır.
Tarih kitaplarının o ülkenin tarihçileri tarafından değil, başka bir ülkenin (hatta düşman ülkenin) tarihçileri tarafından yazılmışlardan okutulması" önerisi dinleyen kulakta ağrı yapabilir, ama "tarih" işte o zaman yıllar süren ve hep "bizim" kazandığımız kanlı bir savaş(masal) olmaktan çıkar. İşte o zaman bize karşı pencereden bakan komşunun "öcü" olmadığını onun da bizim gibi aşamalardan(okullardan) geçip tam da devletinin istediği gibi bir koyun (pardon özür diliyorum tamamen "vatandaş" demek istemiştim oysa) olduğunu, ve tarihte kazanan büyük hükümdarın "savaşlarda galip gelen değil" aksine halkına "en uzun barışı" yaşatan küçük insanlardan olduğunu öğrenirdik ve lakin mürekkeple değil kanla yazılıyor tarih dünyanın bütün devletlerinde.
Dünya savaşına fena halde karşı çıktığı için Cambridge’deki hocalık görevine son verilmiş ve 6 ay hapis yatmıştır.
İyi okumalar,
Özgür Okuryazar
Bertrand Russell
İngiliz mantıkçı ve düşünür. Filozof. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi. ABD’nin hidrojen bombası denemelerini lanetledi, 1950 de Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nı organize etti. Stockholm’de Satre’ın başkanlığında bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin kurulmasına ve ABD’nin Vietnam’da uyguladığı vahşetin araştırılmasına öncülük etti.
Twitter:https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram : ozgurokuryazar
Blog: http://ozgurokuryazar.blogspot.com.tr/
Tarih kitaplarının o ülkenin tarihçileri tarafından değil, başka bir ülkenin (hatta düşman ülkenin) tarihçileri tarafından yazılmışlardan okutulması" önerisi dinleyen kulakta ağrı yapabilir, ama "tarih" işte o zaman yıllar süren ve hep "bizim" kazandığımız kanlı bir savaş(masal) olmaktan çıkar. İşte o zaman bize karşı pencereden bakan komşunun "öcü" olmadığını onun da bizim gibi aşamalardan(okullardan) geçip tam da devletinin istediği gibi bir koyun (pardon özür diliyorum tamamen "vatandaş" demek istemiştim oysa) olduğunu, ve tarihte kazanan büyük hükümdarın "savaşlarda galip gelen değil" aksine halkına "en uzun barışı" yaşatan küçük insanlardan olduğunu öğrenirdik ve lakin mürekkeple değil kanla yazılıyor tarih dünyanın bütün devletlerinde.
Dünya savaşına fena halde karşı çıktığı için Cambridge’deki hocalık görevine son verilmiş ve 6 ay hapis yatmıştır.
İyi okumalar,
Özgür Okuryazar
Bertrand Russell
İngiliz mantıkçı ve düşünür. Filozof. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi. ABD’nin hidrojen bombası denemelerini lanetledi, 1950 de Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nı organize etti. Stockholm’de Satre’ın başkanlığında bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin kurulmasına ve ABD’nin Vietnam’da uyguladığı vahşetin araştırılmasına öncülük etti.
Twitter:https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram : ozgurokuryazar
Blog: http://ozgurokuryazar.blogspot.com.tr/
3 Kasım 2014 Pazartesi
Mutlu Olma Sanatı – Bertrand Russell
Mutlu Olma
Sanatı – Bertrand Russell
Bertrand
Russell, Albert Einstein, Ernesto Che Guevara,
Sokrates, Leonardo da Vinci
gibi özel ve yüksek nitelikli beyinlerin ölmeleri dünya için büyük bir kayıp. İnsanlar
gözlerini, ciğerlerini bağışlayabildikleri gibi beyninide bağışlayabilselerdi
keşke. Şu günlerde bu kadar derin zekaya sahip insanlara çok ihtiyacımız
olduğunu düşünüyorum.
Bertrand
Russell, 1930 yılında yazdığı kitabını iki bölüme ayırmış önce toplumun
çözümlenememiş kronik problemlerinin, sıradan insanın mutsuzluğunun sebeplerinden
başlayıp, sonra mutluluğun kaynakları ile devam eden kitabında rekabet, heyecan
arayışı, can sıkıntısı, çekememezlik, kamuoyu korkusu gibi insanı aşağıya çeken,
erdemsizleştiren öğelere değinmiştir.
Hayata ve
insana dair güzel tespitlerin olduğu bu kitap mutlaka okunmalı.
İyi okumalar,
Özgür Okuryazar
Facebook Sayfamız: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
Twitter Sayfamız: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram: özgurokuryazar
Bertrand Russell
İngiliz mantıkçı ve düşünür. Filozof. Nobel Edebiyat ödülü sahibi. ABD’nin hidrojen bombası denemelerini lanetledi, 1950 de Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nı organize etti. Stockholm’de Satre’ın başkanlığında bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin kurulmasına ve ABD’nin Vietnam’da uyguladığı vahşetin araştırılmasına öncülük etti.
İngiliz mantıkçı ve düşünür. Filozof. Nobel Edebiyat ödülü sahibi. ABD’nin hidrojen bombası denemelerini lanetledi, 1950 de Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nı organize etti. Stockholm’de Satre’ın başkanlığında bir Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin kurulmasına ve ABD’nin Vietnam’da uyguladığı vahşetin araştırılmasına öncülük etti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)