Eduardo Galeano ‘yu
Kucaklaşmanın kitabında tanımış daha sonra ‘’Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri ‘’
kitabını almıştım. Şimdi size anlatacağım kitap Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri
fakat Kucaklaşmanın Kitabında altını
çizdiğim bir satır paylaşmak istiyorum
‘’Uyku tutmuyor. Göz kapaklarımın arasına sıkışmış bir kadın var. Çık
oradan, derdim ona diyebilseydim. Neylersiniz ki boğazıma da bir kadın
kaçmış.’’ Bu kitabı başka bir yazımda detaylı anlatacağım.
Aşkın ve Savaşın
Gündüz ve Geceler bir günce niteliğinde. Röportajlardan anılara, tarihsel kısa
öykülerden aforizmalara yayılan, alışılmadık bir yaşam öyküsü.
Galeano kitabında içinde yaşadığımız sistemi şöyle açıklar
“Sistem; köpeği tekmeleyen çocuğa vuran kadına kötü davranan işçiyi aşağılayan
çalışanın gözünü korkutan şefe bağıran müdürü hor gören genel müdürü tehdit
eden bakanı uyaran başkanı çağıran generalle akşam yemeği yiyen büyükelçinin
dikkatini çeken bankacıyı uyaran bilgisayarı programlayan sistem…”
Kitaptan bir bölüm
‘’Hayatta olmak bir tehlike; düşünmek bir günah; karnını
doyurmaksa bir mucize. Peki, kendi ülkesinin sınırları içinde sürgün hayatı
yaşayanlar kaç kişi? Boyun eğmeye ve sessiz kalmaya mahkûm edilmiş olanları
hangi istatistik gösteriyor? Umutları katletmek, insanları katletmekten daha
büyük bir suç değil mi?
Diktatörlük bir kepazelik alışkanlığı: İnsanı sağır ve dilsiz, dinlemekten ve konuşmaktan aciz ve bakılması yasak olana karşı kör yapan bir makine. Brezilya’da ilk işkence sonucu ölüm vakası 1964’te yaşandı ve bu ulusal çapta bir skandala yol açtı. Onuncu işkence sonucu ölüm vakasıysa kendine gazetelerde zorlukla yer buldu. Ellinci vakaysa "normal" bir durum olarak karşılandı.
Kışın soğuk nasıl kabulleniliyorsa, makine de korkuyu kabullenmeyi öğretiyor. Bir duvara "Yaşasın Özgürlük" yazan ya da sokakta bildiri dağıtan bir insan, eğer işkenceden sağ çıkarsa, ömrünün önemli bir bölümünü hapishanede geçirebilir. Eğer işkenceye dayanamazsa, ölüm raporunda kaçmaya yeltendiği, ayağının kayıp bilmem kaçıncı kattan düştüğü, kendini astığı ya da astım krizi sonucu öldüğü yazacaktır. Otopsi falan yapılmayacaktır. Her ay bir hapishanenin açılışı yapılır. Ekonomistlerin "İlerleme Planı" dedikleri şey işte budur.
Peki ya görünmez kafesler? Korkunun tutsaklarından hangi resmî raporda ya da muhalefet bildirisinde bahsedilir? İşini kaybetme korkusu, iş bulamama korkusu, konuşma korkusu, dinleme korkusu, okuma korkusu. Sessizlik ülkesinde, sırf bakışlarındaki ışıltı yüzünden bir insan kendini toplama kampında bulabilir. Bir memuru işten çıkarmaya gerek yoktur; yargı kararı olmaksızın işten atılabileceğini ve kimsenin ona asla iş vermeyeceğini bilmesi yeterlidir. Her vatandaş bizzat kendi davranış ve sözlerini sansürleyen bir mekanizmaya dönüştüğü anda sansür, gerçeğe karşı zafer kazanmış demektir.
Diktatörlük, karakolları, polis merkezlerini, terk edilmiş vagonları, kullanılmayan gemileri hapishaneye dönüştürüyor. Peki, herkesin evini de bir hapishaneye dönüştürmüyor mu?’’
Diktatörlük bir kepazelik alışkanlığı: İnsanı sağır ve dilsiz, dinlemekten ve konuşmaktan aciz ve bakılması yasak olana karşı kör yapan bir makine. Brezilya’da ilk işkence sonucu ölüm vakası 1964’te yaşandı ve bu ulusal çapta bir skandala yol açtı. Onuncu işkence sonucu ölüm vakasıysa kendine gazetelerde zorlukla yer buldu. Ellinci vakaysa "normal" bir durum olarak karşılandı.
Kışın soğuk nasıl kabulleniliyorsa, makine de korkuyu kabullenmeyi öğretiyor. Bir duvara "Yaşasın Özgürlük" yazan ya da sokakta bildiri dağıtan bir insan, eğer işkenceden sağ çıkarsa, ömrünün önemli bir bölümünü hapishanede geçirebilir. Eğer işkenceye dayanamazsa, ölüm raporunda kaçmaya yeltendiği, ayağının kayıp bilmem kaçıncı kattan düştüğü, kendini astığı ya da astım krizi sonucu öldüğü yazacaktır. Otopsi falan yapılmayacaktır. Her ay bir hapishanenin açılışı yapılır. Ekonomistlerin "İlerleme Planı" dedikleri şey işte budur.
Peki ya görünmez kafesler? Korkunun tutsaklarından hangi resmî raporda ya da muhalefet bildirisinde bahsedilir? İşini kaybetme korkusu, iş bulamama korkusu, konuşma korkusu, dinleme korkusu, okuma korkusu. Sessizlik ülkesinde, sırf bakışlarındaki ışıltı yüzünden bir insan kendini toplama kampında bulabilir. Bir memuru işten çıkarmaya gerek yoktur; yargı kararı olmaksızın işten atılabileceğini ve kimsenin ona asla iş vermeyeceğini bilmesi yeterlidir. Her vatandaş bizzat kendi davranış ve sözlerini sansürleyen bir mekanizmaya dönüştüğü anda sansür, gerçeğe karşı zafer kazanmış demektir.
Diktatörlük, karakolları, polis merkezlerini, terk edilmiş vagonları, kullanılmayan gemileri hapishaneye dönüştürüyor. Peki, herkesin evini de bir hapishaneye dönüştürmüyor mu?’’
İyi Okumalar,
Özgür OkuryazarYazar, Eduardo Galeano Uruguaylı, gazeteci, yazar , 1973'ten sonra Arjantin ve İspanya'da sürgünde yaşadı. 1985'te Uruguay'a geri döndü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder