Aylak Adam –
Yusuf Atılgan
Kitabı
okurken benimde üzerinde durup düşündüğüm bir konu vardı ‘’Bir şey’’ olmak. Toplum içinde yaşamanın bir
gerekliliği gibi dayatılan bu şeyin yani bir şey olmaya çalışmanın ruhun bir
hastalığı olduğunu düşünüyorum. İnsanlar daha kendi varlıklarını tanımamışken
bir başkası, bir şey olma gibi hedefleri var. Bu insanlar, ödünç aldıkları
hayaller gölgesinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Oysa hayat
bir şey olmak için değildir, bence hayat bir arayış olmalıdır. Kastettiğim, şu
olmak, bu olmak arayışı değil bu arayış bize toplum tarafından dayatılmış saçma
sapan bir şeydir, toplum senin birey olmandan her zaman korkar, bizi içine
aldığı çemberin dışına çıktığımızda, başkaları tarafından bize verilmiş her şeyden
kurtulduğumuzda varlığımızı keşfetmeye birey olmaya başlarız. İşte bu nokta
hayatın başlangıcıdır. O zaman gerçek sevgi, gerçek arkadaşlıklar, kendi
hayalin, kendi yanlışların, kendine özgü bireyselliğin olacak. Sevgi
geliştikçe, dostluk geliştikçe hayat zenginleşecek.
Size ‘’Aylak Adam’ı’’
anlatmak isterken ne yazarsam yazayım eksik kalacak hissini üzerimden atamadım.
148. sayfada meyhanede geçen bir diyalog tüm söyleyeceklerimi özetler
nitelikte. Sizin için 148.sayfayı yazdım.
- - Ya sen? Diye sordu. Görmeyeli neler yapıyorsun?
Artık utanmıyordu. Söyleyebilirdi.
- - Ben çoğu geceler içiyorum, dedi. Şakağımdaki ağrıyı duymamak için, iştah açmak için falan diyorum ama değil, biliyorum. Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burda gülerler. Böylesi daha az içer. Ya ben? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum? Belki yalnız baş ağrısından...
- - Ya içmediğin zamanlar?
- - O zaman ararım.
- - Hep arayacaksın sen. Ya resim, ya kitap...
- - Tutamak sorunu. İnsanın bir tutamağı olmalı.
- - Anlamadım.
- - Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, ‘’ Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur’’ demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlikte düşünen, seven, duyan bir kadın!
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Yusuf
Atılgan- 1921'de Manisa'da doğdu.
Manisa Ortaokulu'nu (1936), Balıkesir Lisesi'ni (1939) ve ikinci sınıftan sonra
askeri öğrenci olarak devam ettiği İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü'nü bitirdi
Twitter: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram: ozgurokuryazar
Mail:ozgurokuryazar@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder