29 Kasım 2015 Pazar
Dilsiz Annelerin Sessiz Çocukları – Ayşegül Kocabıçak
Okuyacağınız bu öykülerde, hayatlarını olayların akışına yahut rüzgarın esişine bırakan anneler, hayata hakimiyeti gaye edinen ölümün her gün geçip gittiği gecekondu mahallesinde kötülerin şeytani zekasına karşı, yaşama hürmeti ile öne çıkan ulvi çocukluklar ile karşılaşacaksınız.
3 Ekim 2015 Cumartesi
Mario Levi - Bir Şehre Gidememek
Biz aslında bu evin eşyaları gibiydik; tıpkı şu gördüğün dolap, şu masa, şu yıllanmış döşekler gibi. Bizim hiçbir şeyimiz olmadı duygulardan, özverilerden ve özentilerden başka...
Bir eşya olmak... Bir evde, bir yaşantıda bir nesneymişçesine yaşamak..."
.
Bir şehirde, bir ülkede bir nesne gibi yaşamak zorunda kalınan hayatlar... Ve zorunlu ayrılıklar...
Bir şehire gidememek... Bir kadim coğrafya düşünün, binlerce yılda ilmik ilmik ördüğü çok kültürlülüğün güzelliklerini bir çırpıda yok etsin... İnsanları birer nesneye dönüştürsün...
.
Satır aralarında yakın tarihimizin acılarını ve bu acıların etkilediği tamamlanmamış ve hep eksik kalacak insan hayatlarını bulacağınız bir kitap... Kendilerini bu toprakların asıl sahibi olarak görenlerin yaptıklarından bize kalan sadece utanç!.. .
.
Erdal
Moskova/2015 .
.
İçimden Hiçime – Emrullah Alp
İçimden Hiçime – Emrullah Alp
Kokunu sür göğsüne
Siyah giyin yine
Ya da beyaz çiçekli olanlardan ince. Pencereyi aralık bırak çok toplama etrafı.
Renk dökme yerlere
Kahverengi yeter
Kahve koksun her yer
Ocakta bir dem. …ve kapıda aralıkta kocaman esmer eller
Sen Gül dik yüzünün saksılarına yeniden
Yağmurlar güzeldir göz bulutlarından Ve ne giderse gitsin insana daha kötü bir şey yok
Umutlarından!
Emrullah Alp’in, ilk şiir kitabı; “İçimden Hiçime’’
Okuduğum bu şiir kitabınının sonunda yazar için şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: Emrullah Alp, kendisi ile yüzleşip, bütün çelişkilerini sevmiş ve hayata dair çok güzel şeyler biriktirip bunu şiirlerine nakışlamış. Diğer insanlara benzemeden, özgünlüğünü koruyarak yazmış tüm şiirlerini.
.
SAVAŞMA, ŞİİR OKU!!!!
.
Nazım Hikmet IV.Bölüm
22 Kasım 1950’de Dünya Barış Kongresi’nin Varşova’da yapılan ikinci toplantısı’nda Türk şairi Nazım Hikmet’e, Pablo Neruda, Pablo Picasso, Paul Robeson, Polonyalı Wanda Jekubowska ile birlikte barış ödülü verilecekti. .
.
Ama Nazım’ın toplantıya katılmak için pasaport isteği geri çevrildi. Yurt dışına çıkmasına izin verilmedi. Onun adına ödülü şair Pablo Neruda şu sözlerle aldı:
‘’Cezaevindeki yılları boşa geçmedi; Nazım’ın lirik yapıtları en yüksek noktasına orada ulaştı.Sesi dünyanın sesi oldu. Barış için savaşın bu önemli günlerinde şiirlerimin onun şiirleriyle yan yana olmasından gurur duyuyorum.’’ .
Nazım Hikmet 13 yıl hapiste yattı. Bu 13 senelik hapis doğrudan doğuruya onun işlediği bir suçun karşılığı değil, kılıfına uydurulmuş bir suçun karşılığıydı. .
Ve Nazım Hikmet Türkiye’yi terkeder.
.
Hayalini kurduğu Sosyalist düzenin hüküm sürdüğü topraklardaydı. Moskova’daydı.
.
Nazım Hikmet, 25 Temmuz 1951’ de Bakanlar kurulu kararı ile Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
.
Nazım Hikmet, Moskova’dayken birçok uluslararası kongreye katıldı, pek çok kitabı yayımlandı, çeşitli ülkelere yolculuk yaptı. Kitapları çeşitli dillere çevrilmeye başladı. .
Nazım Hikmet dünyanın her yerinde büyük ün kazandı ve Prag’da Uluslararası Barış Ödülüne layık görüldü. .
Dünya Barış Konseyi yönetiminde görev aldı. .
Savaş karşıtı şiirleri bestelendi, birçok dünya sanatçıları tarafından seslendirildi. .
Nazım Hikmet 18 Kasım 1960’da Vera ile evlendi. .
3 Haziran 1963 sabahı bir kalp krizi sonucu evinde yaşamını yitirdi.
Nazım Hikmet III.Bölüm
1928’de Bakü’de ilk şiir kitabı olan ‘’Güneşi İçenlerin Türküsü’ yayımlandı.
.
Birkaç ay sonra da ülkesine izinsiz girerken yakalandı. 1929 da serbest kaldıktan sonra, 835 satır, Jokond ile Si-Ya-U, 1+1= Bir kitapları yayımlandı.
.
1931 yılında halkı suça teşvik ettiği iddiasıyla tekrar yargılandı ve aklandı.
.
1934 yılında yine mahkum oldu 1,5 yıl tutuklu kaldı.
1935 yılında büyük aşkı Piraye’yle evlendi. Tam yeni bir hayata başlamak üzereyken bir dizi yargılamanın ardından 28 yıl 4 ay ağır hapse mahkum edildi.
1938 Sultanahmet, 1940 Çankırı ve Bursa cezaevinde kaldı.
Cezaevinde sürekli şiirler yazdı, 15 Temmuz 1950 yılında af yasasında serbest kaldığında Piraye’den ayrıldı.
.
Dayı kızı Münevver hanım ile yaşamaya başladı. 26 Mart 1951’de mavi gözlü, sarı saçlı bir oğulları oldu. Nazım Hikmet ona üvey oğlunun adını verdi : Memet
.
Nazım Hikmet 17 yıl süren hapis hayatından sonra fiziken çok yıpranmış olsa da kalan hayatını normal bir vatandaş olarak geçirmek istiyordu. Ne var ki kimse kendisine iş vermiyordu.
Polis sürekli peşinde dolaşıyordu, tehditler alıyor bir türlü huzura kavuşamıyordu. .
Nazım Hikmet’in huzurunu kaçırmak için ellerinden geleni esirgemiyorlardı. Üstelik 48 yaşında hasta olmasına rağmen, askere çağrılmıştı. İki doktor kendisini muayene ederek ‘’sağlam’’ raporu verdiler. Oysa Nazım kalbinden ve karaciğerinden rahatsızdı. .
Üstelik Heybeliada Bahriye Mektebi ’inde zatürre geçirerek çürüğe çıkarılmıştı.
Nazım Hikmet çok sevdiği memleketinden kaçmaya karar verdi. .
Devam edecek... .
Nazım Hikmet II.Bölüm
Nazım Hikmet ve Vala Nureddin 1921 yılı ortalarına doğru Bolu’ya öğretmen olarak atandılar. Öğretmenlikleri 5 ay sürdü. Yenilikçi genç öğretmenler, tutucu çevrelerin baskısı ve polisin onları bir çıban başı gibi görmeye başlamasıyla kasabada barınamayacaklarını anladılar.
.
Vala Nureddin ve Nazım Hikmet iyi bir öğrenim görmek, dünyada olup bitenleri anlamak isteyen iki genç şair o yıl Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Kömünist Üniveritesi’ne yazıldı.
.
Nazım Hikmet Toplum Bilimi ve Ekomomi dersleri aldığı üniversite yılları boyunca içine girdiği yeni dünyanın düşünce ve duygu yükü altında şiirler yazdı. .
Şiirleri, 1923 yılında Yeni Hayat ve Aydınlık gibi dergilerde yayımlandı.
Nazım Hikmet Üniversite' de okurken Nüzhet hanımla evlendi.Evlilikleri çok kısa sürdü.
.
1926’da Rus doktor Lena ile evlendi. Lena diş hekimiydi. İyi öğrenim görmüş, kültürlü bir kadındı.
.
Üniversiteyi bitirip Türkiye’ye dönen Nazım Hikmet, 1925’de gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle 15 yıl mahkumiyete çaptırılınca Türkiye’den kaçtı. .
Bu ikinci gidişinde üç yıla yakın bir süre kaldığı Sovyetler Birliği’nde Nazım Hikmet’in düzenli bir sanat yaşamı oldu. Şiirin yanı sıra tiyatroya da zaman ayırdı. Stanislavski, (Moskova Sanat Tiyatrosu'nun kurucusu.Galerimde bulabilirsiniz) gibi büyük ustaları yakından izledi. Oyunlar yazdı. .
Devam edecek... .
.
29 Ağustos 2015 Cumartesi
Nazım Hikmet
Türk Dilinin
dünya çapındaki ün sahibi Dev şair Nazım Hikmeti anlatacağım.
Nazım Hikmet, 20
Kasım 1901’de Selanik’te doğru. Ailesi 40 gün için bir yaş büyük görünmesin
diye doğumunu 15 Ocak 1902 olarak kaydettirdi.
Göztepe’de ki
taş mektepte ilkokulu bitirdi. Ortaokula Galatasaray’da başladı ve 1917’de Nişantaşı
Sultanisi’ nde mezun oldu.
‘’Bir
Bahriyeli’nin Ağzından’’ şiirini beğenen Bahriye Nazırı Cemal paşanın
yardımıyla Heybeliada Bahriye mektebine girdi.
1919 Hamidiye kruvazörüne
atandı. Zatürre geçirince 17 Mayıs 1920’ de Osmanlı Donanmasından çürüğe
çıkarıldı.
İstanbul’un işgali üzerine milli mücadeleye katılmak için 1921’de
Mustafa Kemal’e silah, cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla Anadolu’ya
geçti.
Ankara hükümeti,
ona ve Galatasaray’dan arkadaşı Vala Nureddin’e, İstanbul gençliğini milli
mücadeleye çağıran bir şiir yazma görevini verdi.
Yazdıkları şiirin yankıları
öyle bir büyüdü ki, sonrasında meclise çağrılarak Mustafa Kemal paşaya takdim
edildiler.
Milli
mücadelenin lideri Mustafa Kemal Paşa, genç şairlere şöyle dedi ‘’ Bazı genç şairler modern olsun diye
mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar, size tavsiye ederim gayeli şiirler
yazınız’’
Devam edecek...
28 Ağustos 2015 Cuma
Sait-Simon (ilk Sosyolog, İlk Sosyalist) – Cemil Meriç
Sait-Simon (ilk Sosyolog, İlk Sosyalist) – Cemil Meriç
Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan ütopik sosyalizmin
en önemli temsilcilerinden biridir Saint-Simon. Sosyolog Gurvitch ondan
bahsederken ‘’ütopyacıların en gerçekçisi, sosyologların en ütopisti’’ sıfatını
kullanıyor.
Aristokrat bir düşünür olan Sait- Simon her şeyden önce
bilime ve ilerlemeye inanır. Descartes’cı, bilimci,pozitif olanı savunur. Aguste
Comte’un en önemli ilham kaynağı ve hocasıdır.
Saint-Simon’a göre, çalışan sınıf ana sınıftır. Toplumu
besleyen, ayakta tutan kesim de bu sınıftır. Siyasetin bir üretim bilimi
olduğunu savunan bu düşünüre göre devleti sadece işçi sınıfı değil, tüm
üreticiler yönetmelidir.
Saint-Simon, iktidasi alt yapının önemine vurgu yapmış,
iktisadi ve siyasi liberalizm ile demokrasiyi amansızca eleştirmiştir. Devletin
insanları yönetmeyi bırakması ve sadece malların idaresiyle ilgilenmesi
gerektiğini ileri sürmüştür.
Simon,sosyal hayatla, siyasi hayatı, sosyal hayatla ahlaki
hayatı birbirinden ayırmaz. Devlet işleriyle ilgilenmedikleri için çatar
sanayicilere, onları siyasi görevler yüklenmeye çağırır.
İleriyı görebilen, elindeki verileri çok iyi değerlendiren,
çoğu bugün de güncelliğini koruyan birçok evrensel probleme çözüm arayan, çözüm
öneren, bazı problemleri de bütün açıklığıyla ve büyük bir cesaretle ortaya
koyam bir öncü Saint-Simon.
25 Ağustos 2015 Salı
Buyruk (Beloyannis’in Öyküsü) – Dido Sotiriyu
Buyruk (Beloyannis’in Öyküsü) – Dido Sotiriyu
Kişi, güzel olan yaşamı sever doğal olarak, ama başkalarının yaşamını da düşünür, bu yüzden ölümü göze almasını bilir. Bir ülkü uğruna savaşan için kişisel çıkar yaşamının temel amacı olamaz. İnsanlar var oldukça, ülküleri uğruna ölmekten çekinmeyeceklerdi. Niko Beloyannis’de çekinmemişti.
Beloyannis, küçüklüğünden beri birçok kez hapishaneye girmiş ve sürgüne gönderilmişti. Onları hapishanelere kapatanlar, oralarda zamanın onlara çalıştığını, kendilerini teorik olarak yetiştirdiklerini bilseler, bunu hiç yapmazlardı.
Niko Beloyannis’e sabahlara kadar süren korkunç, barbarca, insanlık dışı, ortaçağ işkenceleri yapıldı. Tam iki yüz gün. Karanlık hücrelerde aç susuz, kaldıkları hücreye mezar bile denemez, mezarlar daha rahattır, insan hiç olmazsa uzanıp yatabiliyor.
Çökmeleri için tüm baskıları uyguladılar.Dünya üzerinden onuru silmekti amaçları.
Yunanistan onların barış ve demokrasi isteklerini yargıladı; onları, ekmek özgürlük ve barış dedikleri için yok etmek istedi.
Beloyanni’yi öldürdüler!
Nikos Beloyannis, savunmasını yaparken mahkemede bulunanları o denli büyülemişti ki, yargıcın kin dolu sözlerine aldıran olmadı. Nikos yerine oturmaya giderken karısı Elli elindeki karanfili uzattı.
Nikos karanfili aldı ve gülümsedi.
Nikos karanfili aldı ve gülümsedi.
Hayatını ve gençliğini verdiği insanlığın geleceğini düşünerek gülümsedi.
Bu güzel gülümseme, bu etkili resim,ertesi gün tüm gazetelerde yayımlandı. Aynı resim,çok kısa bir süre içinde bütün dünyaya yayıldı.
Bu güzel gülümseme, bu etkili resim,ertesi gün tüm gazetelerde yayımlandı. Aynı resim,çok kısa bir süre içinde bütün dünyaya yayıldı.
"Karanfilli Adam" artık bütün dünyada milyonlarca insanı etkileyecekti bundan böyle.
Picasso bir tablo yaparak ve şairlerin şairi Nazım Hikmet "Karanfilli Adam" şiirini yazarak onu ölümsüzleştireceklerdi.
Picasso bir tablo yaparak ve şairlerin şairi Nazım Hikmet "Karanfilli Adam" şiirini yazarak onu ölümsüzleştireceklerdi.
Özgür Okuryazar
Budala - Dostoyevski
"Niyetim bütünüyle güzel bir insanı anlatmaktır.' der Dostoyevski Budala Romanı kahramanı Mışkin için.
İnsana özgü tüm duyguları; zaafları, insanın en aşağılık hallerini, gururu, kibiri, erdemi, aşkı, tutkuyu, acımayı ve daha bir çok duygu ve davranışı bir kahraman ve etrafındaki insanlar üzerinden seriyor önümüze.
Nerdeyse tüm karakterlerinin iç dünyalarındaki gelgitlere en ince ayrıntısına kadar girerek yapıyor bunu. Bu noktadan hareketle iyi insanın; başkalarının gözünde ne olduğundan çok kendi gözünde ne olduğunun önemine vurgu yapıyor. 'Başkaları ne der' hapishanesinde tutsak düşmüş günümüz insanına, 'özsaygı' denen kavramı hatırlatarak, güzel insan olmanın kapısını aralamış oluyor böylece.
Başka ne mi var; hastalık derecesine varan tutkulu aşklar, bir tarafta sefahat, bir tarafta yoksulluk, kaybolmuş hayatlar, ileride yaşanacak o büyük devrimin yeni yeni hissedilmeye başlanan ayak sesleri ve pek tabiki tüm görkemiyle 19. yüzyıl Rusyası..."
Erdal Özçelik
Moskova/2015
Moskova/2015
Şair Şükrü Erbaş Kitap Öneriyor
Sevgili Şükrü Erbaş Özgür Okuryazar takipçileri için hangi kitabı önerirsiniz?
Bilmiyorum ille de tek kitaptan mı söz etmek gerekiyor? Ben, üç kitabın ismini versem ama bir kitap üzerinde dursam olur mu? Birisi eski tarihli bir kitap; Okakura Kakuzo’nun Çayname’si... Diğer ikisi güncel iki kitap; Ethem Baran’ın taşrayı damıtan hikâyelerinden oluşan Zira’sı ve Kadir Akın’ın bizim sosyalist tarihimize yeni yeni bilgiler taşıyan Ermeni Devrimci Paramaz’ı... Üç ayrı dünyaya, insanın zaman içindeki sonsuzluğuna, üç varoluş haline menevişli sözler düşüren üç güzel emek...
Neden bu kitabı okumalıyız?
Ancak ben, Çayname’yi öncelikle önermek istiyorum. Şu bildiğimiz çayın tarihi odağında, Japonya, Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde oluşturulan olağanüstü büyülü bir yaşama felsefesi; bir dinsel ayin kadar derin bir saygıyla yaşanan çay içme törenleri; çay fincanından demliğine, demleme usullerinden ikramına, odada bulunması gerekli çiçeklerden diğer eşyalara, bunlardan şiire, edebiyata, müziğe ve politikaya atılan olağanüstü ilmeklerle gündelik olanın nasıl bir sonsuzluğa çevrildiğinin son derece çarpıcı hikâyesi, Çayname... Kısaca, şu boğucu gündelik hayatımıza gökyüzü genişliği katacak bir kitap...
Bize kitapta aklınızda kalan tadımlık bir şeyler yazar mısınız?
“Hayatın ve sanatın gücü, büyümeye olanak sağlamalarından gelir.” (...) “İnsan aynı anda iki müzik parçası dinleyemez; çünkü gerçek güzellik ancak merkezi bir güdüye odaklanarak algılanabilir.” (...) “İlkel adam çiçeklerden yaptığı tacı kadınına ilk sunuşuyla birlikte hayvansı doğasını aşmıştır.” (...) “Japonya’da kullanılan eski bir deyişe göre, bir kadın kibirli bir adamı sevemez; çünkü o adamın kalbinde aşkın içine girip dolduracağı bir aralık yoktur.” (...) “İnsanın onundayken hayvan, yirmisindeyken deli, otuzundayken başarısız, kırkındayken sahtekar, ellisindeyken ise bir suçlu olduğu söylenir.” (...) “Tanrımız büyüktür, para da onun peygamberidir! Doğayı ona kurbanlar sunmak için katlederiz. Maddenin hakimi olmakla övünürüz ve bizi köle edenin madde olduğunu unuturuz.” (...) “Bir zorbanın dostluğu çok tehlikeli bir onurudur.”
Teşekkür Ederiz
Özgür Okuryazar
Özgür Okuryazar
7 Temmuz 2015 Salı
Peri Gazozu - Ercan Kesal
Peri Gazozu - Ercan Kesal
Burada yazılan hikâyelerin hemen hepsi yaşanmış hikâyeler. Bu anlamda, gerçekle iç içe, gerçeğin bizatihi kendisi.
Aile içi şiddet, ensest, tecavüzler, kadının ötekileştirilmesi, bürokrasinin hali, devletin şiddeti, bireyin devlet karşısındaki durumu, darbenin hayatımızdaki yeri ve sonuçları...
Özgür Okuryazar
2 Temmuz 2015 Perşembe
Kurt Vonnegut, Agness Scott üniverisitesi mezuniyet konuşması
Kurt Vonnegut, Agness Scott üniverisitesi mezuniyet konuşmasında bayanlara şu öğütleri verir:
Kötü erkekler sadece vücutlarınızı ister. TV ile bilgisayar paranızı ister ki daha iğrençtir. Çok daha fazla insanlıktan çıkarıcıdır!
Seçenek verilse paranızı beğenen yerine vücudunuzu beğeneni istemez miydiniz?
Eğitim aldığınız için hepinize teşekkür ederim. Bilgili ve makul kimseler olmak suretiyle dünyayı, bu okula gelmenizden önceki halinden çok daha rasyonel kıldınız.
Çoğunuz açgözlülere çekici gelmeyen, eğitim yahut sanat gibi alanlara atılmaya hazırlanıyorsunuz. Demokrasilerde en soylu meslek, öğretmenliktir bence.
Bazılarınız anne olacak. Önermiyorum ama oluyor öyle şeyler. Yazgınız buysa şair William Ross Wallace’ın şu dizesinde teselli bulabilirsiniz: ‘’Beşiği sallayan el hükmeder dünyaya.’’ Ivır zıvır alabilmek için çantanızdan para araklayan yapayalnız bir gerzek olsun istemiyorsanız, çocuğunuzu TV ve bilgisayardan uzak tutun.
Kitaplardan vazgeçmeyin. Üç kuruş edebilecek her beyin, kitapların iyi olduğunu bilir. Sakın internetteki hayaletlerden aile kurmaya kalkışmayın.
Bir Harley alıp Cehennem Melekleri’ne katılın, daha iyi.
Kurt Vonnegut
Agnes Scott Üniversitesi / Georgia
15 Mayıs 1999
Mezun Hanımlara (tüm erkeklerin bilmesi gereken) tavsiyeler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)