30 Aralık 2014 Salı
Hoşgeldin 2015!
Dileğim:
2015 Bedeninizin ve ruhunuzun toplum tarafından sömürülmesine izin vermediğiniz bir yıl olsun.
Neler Yaptım:
Ali İsmail Korkmaz için yapılan kütüphaneye kitap bağışında bulundum. Siz de katkıda bulunabilirsiniz.
Kaba, aklını geliştir(e)memiş insanlar ile uğraşmayı bıraktım.
İsminin önüne sürekli sıfat getiren insanlara tahammül edemediğimi söyledim.
Vapura binip şehrin rengi eşliğinde sergilere gittim.
Kendi dışıma çıkmıştım epeydir, kendime kavuştum.
Sevdiklerime mektuplar yazdım.
Dostlarımla buluştum.
Pazarları gezdim sebze meyve aldım.
Resim yaptım.
Kendim için kitaplar aldım.
Üç farklı şehir ve iki köy gezdim, konserler izledim.
Film Festivalinde film izledim.
Tiyatroya gittim.
Uzun uzun yürüyüşler yaptım.
Edebiyata sığındım, yazı yazdım, döktüm içimde ağır ne varsa.
Yeni yazarlar tanıdım.
Rica : Uygarlık artıkça mutsuz sayısı artıyor, nerede bir mutlu insan görürseniz ona hürmet edin, insanlık için büyük bir katkı sağladığını söyleyin kendisine.
İyi Yıllar,
Özgür Okuryazar
29 Aralık 2014 Pazartesi
Düşünen Adam – Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi
Bakırköy Ruh ve
Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesindeki Düşünen Adam heykeli, 1953
yılında bir dergide Rodin’in heykelinin fotoğrafını gören Başhekim Fahri Celal
Göktulga’nın isteği üzerine, orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat’a
yaptırılmış.
Yakındaki
ocaktan çıkarılan kaya blok, askeri birliklerin de yardımıyla yerine taşınmış.
Aylarca çalışan Künmat, heykelinin bitmesine az kala, ‘’Bu kadar emek
harcıyorum, paramı isterim…’’ demiş. Başhekim maaşının 400 lira olduğu günlerde
40 bin lira istediği söylenen sanatçının talebi geri çevrilmiş. Bunun üzerine
Künmat, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan bırakmış ve taburcu
olup çıkmış. Heykel 6 ay boyunca kolsuz beklemiş.
Başhekimin heykeli devam ettirmesi için verdiği ikna çabaları
sonuç getirmeyince hastane kabul memuruna “Her yatan hastanın mesleğini mutlaka
sorun, resim ya da heykelle ilgilenen bir hasta yatarsa mutlaka haberim olsun”
talimatını verir.
Tabii bu arada kendini büyük heykeltıraş sanan birkaç manik
hasta başhekimliğe başvurur. Başhekim her seferinde haberi alınca sevinir ancak
bu sevinç kısa sürede yerini hayal kırıklığına bırakır.
Düşünen Adam’ın kolunu, ‘’psikotik depresyon’’
tanısıyla hastaneye yatırılan Mehmet Pişdar adlı bir yüzbaşının tamamladığı ve
karşılığında da taburcu edildiği söylenir. Günde altı-yedi saat çalışan Pişdar, model olarak da yine kader birliği
ettiği arkadaşlarını kullanır. Kimi arkadaşları, eli çenesinde saatlerce
kıpırdamadan boş gaz tenekesi üzerinde oturarak destek verir Pişdar’a.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Yararlanılan kaynaklar: Google, Gazete arşivleri,
Metis Ajanda
26 Aralık 2014 Cuma
Kıran Resimleri - İNCİ ARAL
17-26 Aralık MARAŞ KATLİAMI
Kıran Resimleri - İnci Aral
Tutuşturulmuş bezleri pencereden içeriye fırlatanlar, dinamit savuranlar, duman, ateş, çığlıklar…
Kızların memelerini kesip ağaca asanlar,
Kadınlara tecavüz edenler,
Bir gözü görmeyen ninenin diğer gözünü sopayla oyup, sonra kurşuna dizenler,
Korkudan dili tutulmuş beş yaşındaki çocuğun ağzına kurşun yağdıranlar,
Sekiz aylık hamile kadının karnını deşip cenini çıkartanlar,
Cesetleri çiğneyip, oradan oraya sürükleyenler,
Canlı canlı insanları yakanlar,
Saçından sürükleyip kopan saç derisiyle birlikte bir kenara fırlatanlar,
Delice koşturan, kapıları omuzlayan, ellerindeki baltaları savuranlar, pencerelere dinamit fırlatan gölgeler.
Sahi kimdi bu gölgeler?
Kimin gölgeleriydi?
Onlar kimin kollarıydı?
Onlar gibi şakalaşıp gülebilen, merhaba diyen, ekmeği, suyu, aşı onlar gibi yiyip içen, aynı yokluğu ve yoksulluğu yaşayan gölgeleri. Kim yolladı onları, nasıl?
Yaşamımızın ve inancımızın ayrımı nerede keskinleşti?
Ne zaman biriktirdiler bu hıncı içlerinde?
Canlı canlı insanları yakacak kini nerede büyüttüler?
İnci Aral Maraş Katliamını en iyi bilenlerden. Çünkü katliamın üstünden 1 yıl geçmişti, Alevilerin sığındığı köylere gitti. Tanıklarla görüştü ve ‘’Kıran Resimleri’’ kitabını yazdı. İnci Aral 10 günde 10 köy gezmiş, mağdur aileler ile görüşmüş ve bu katliamı kaleme almış. Bu süreçte hiçbir köyde kayıt cihazı kullanmamış ve mağdur olmuş ailelere ‘’sizlerin gerçek isimlerinizi yazmayacağım’’ dediğinde. ‘’Hayır gerçek isimlerimizi yazın, mağdur olan biziz, herkes duysun sesimizi, yaz ki hatırlasınlar’’
Yedi gün süren bu vahşeti yaşamış, derin acılar çekmiş, kirvem, eşim, dostum dedikleri insanlarla karşı karşıya gelmiş bu acılı insanların, kadınların gözünden, dilinden, yüzlerinden okunanları, dilinden süzülenleri anlatıyor bu kitap. İşte tüm bu yaşananlardan bir tablo sunuyor bize.
İnci Aral'ın yazarlığında bir dönemeç saydığı bu kitabı insanın içini dağlıyor, İnci Aral Maraş’tan döndükten sonra bir ay boyunca konuşamamış, doğru düzgün bir şey yiyememiş, travma yaşamış ve on yıl sürecek bir migren sahibi olmuştur.
Daha önce İnci Aral ile ilgili yazdığım bir düşüncemi burada yinelemek istiyorum ve bunun tam zamanı olduğunu düşünüyorum, İnci Aral’ın tüm kitapları mutlaka okunmalı; çünkü İnci Aral romanlarında bir karakter yaratırken dönemin politik, ekonomik, toplumsal koşullarını bir bütün olarak ele alıp sizi o dönem içinde anlamlı bir yolculuğa çıkarıyor.
1983 yılında yayınladığı bu kitabıyla Nevzat Üstün Öykü Ödülü'nü almıştır.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
23 Aralık 2014 Salı
Toprak Yeşerince – Knut Hamsun
Toprak
Yeşerince – Knut Hamsun
Knut Hamsun
kendisini okutan bir yazar. Knut Hamsun’u, özgür okuryazar sayfamda bir
takipçimin önerisiyle tanıdım. Kitaplarını okudum ve çok sevdim. Hamsun, uzun
uzun anlatmayı sevmeyen, detaylarda kaybolmayan bir yazar. Bazı yazarların sayfalarca
anlatmak istediği duyguları Hamsun tek satırda duru bir anlatımla okuyucusuna aktarabiliyor.
‘’Toprak Yeşerince’’ kitabında Knut Hamsun kapitalizmin,
modernleşmenin, zengin olmanın yıkıcılığına değinmiş. Modernleşmeyle birlikte karakterlerin
olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarındaki değişimi çok iyi anlatmış.
Karakterler çok iyi tasvir edilmiş bir solukta okuyup bitirebileceğiniz bir
kitap.
İsak bir toprak
işçisi, gövdesiyle, ruhuyla durmadan toprakla uğraşan bir işçi. Tarımın ilk
günlerinden kalma yaban ortasına gelip yerleşmiş bir adam. İsak’ın toprak ile birlikte
sürüklenen hayatını çok sevdim. Toprağın mucizesine bir kez daha inandım.
1920 yılında
yazdığı bu roman kendisine Nobel Edebiyat Ödülü getirmiştir.
Not: Bu romanı uzun
uzun anlatmak istemiştim ama üst katlarda bir yerlerde tadilat var ve matkap
çalışıyor. Beynimin içinde bir yerler oyuluyormuş gibi hissediyorum, düşüncelerimi
toparlayıp yazamıyorum.
İyi okumlar,
Özgür Okuryazar
Knut Hamsun : yazar,
şair, oyun yazarı, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi,
Açlık, Toprak
Yeşerince, Göçebe önemli eserleridir.
18 Aralık 2014 Perşembe
Sevgili Ermiş – Halil Cibran
Sevgili Ermiş – Halil Cibran
Son bir yıldır uzun uzun mektuplar yazıyorum, postalanmamış.
Kaçıp sığındığım içimde ne var, ne yok akıttığım uzun mektuplar yazıyorum.
Okununca yargılanmacağım, yok sayılmayacağım, doğama saygı duyulacağı,
buluşulan ilk ‘’sözde’’ dost sohbetlerinde meze yapılmayacağım bir adres
bulamadım henüz.
Sevgili Ermiş kitabında Halil Cibran ve Mary Haskell’in Aşk
Mektupları var.
Cibran’ın sağlığı hiçbir zaman yerinde olmadığını, arkadaşlarına
ve akrabalarına yazdığı mektuplarda sık sık rahatsızlığından bahsederdi.
Ölmeden önce uzun süre çektiği tam teşhisi konmamış ciddi bir hastalık yüzünden
eriyip gidiyordu. 1930 yılında hasret duyduğu sağlığına bir daha kavuşamayacağı
hakkında ona imalarda bulunulmuş. Cibran artık hastaneye gitmeyecekti.
Ve Mary Haskell bir arkadaştan çok daha fazlası ve Cibran’a olan
yakınlığını kız kardeşinden başka kimse bilmiyordu. Mary neredeyse otuz yıl
Cibran’ın hayatının bir parçası olmuştu.
Cibran’ın Mary’e yazdığı bir mektubundan
...Ne zaman mutsuz olsam senin mektuplarını okuyorum sevgili
Mary. Sis içimdeki ‘’ben’’i ezdiğinde, küçük kutudan iki ya da üç mektubu
alıyorum ve onları yeniden okuyorum. Bana gerçek benliğimi hatırlatıyorlar.
Hayatta yüce ve güzel olmayan ne varsa göz ardı etmemi sağlıyorlar. Her
birimizin ama her birimizin bir yerlerde mutlaka dinlenecek bir yerleri olmalı,
sevgili Mary. Benim ruhumun dinlenme yeri, içimdeki sesin üzerine edindiğim
bilginin yaşadığı güzel bir koruluk.
Ve şimdi renklerle boğuşuyorum: Kavga korkunç ve birimiz
yenmeli! ‘’Peki ya senden ne haber, Halil? ‘’ dediğini duyar gibi oluyorum. Ve
Halil içindeki sese duyduğu susuzlukla diyor ki, ‘’Bırak da ruhumu renklerle
yıkayayım, bırak da gün batımını yutayım ve gökkuşağını içeyim.’’
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
15 Aralık 2014 Pazartesi
Pablo Nerud'nın Nazım Hikmet'le sohbeti
Şili’li şair Pablo Neruda sürgünde olduğu yıllarda
kendisi gibi sürgünde olan büyük şair Nazım
Hikmet’le Moskova’da sık sık buluşur sohbet ederler.
Neruda,1973
yılında anılarını kaleme almaya başladığı kitabında 'Onun yanında biz şair bile olamayız' dediği Nazım Hikmet ile bir sohbetine yer
vermiş.
‘’Şiirin gelecek
olduğuna inanıyorum’’ diyen bu büyük şair, Sovyet Rusya’da yaşıyordu. ‘’Şiir,
insan ruhundan devamlı bir şeyler talep eder’’
dediğini anımsıyorum. Hikmet yaşamının on sekiz yılını hapishanelerde
geçirmiş, sayısız işkenceye dayanmıştı. Türk deniz kuvvetlerinde ‘askeri isyana
teşvik etmekle’ suçlanan Nazım Hikmet inanılmaz cezalara çarptırılmıştı.
Duruşması bir savaş gemisinde olmuştu. Bana anlatılanlara göre Nazım önce
bitkin düşene kadar güvertede yürütülmüş, sonra da beline kadar ayakyolundaki
pisliğin içine sokulmuş. Benim şair dostum pislik kokusundan bayılacak ve
aklını yitirecek duruma gelmiş. Fakat son anda kendini toparlamış. Düşünmüş,
cellatlar beni bir yerden gözetliyorlar. Çöküp, pisliğin içine devrileceğimi
görmek, kötü kaderime sevinmek istiyorlar. İşte o anda gururuyla gücü de geri
geliyor. Önce ağırdan, usul usul şarkı söylemeye başlıyor. Sonra sesini
yükseltiyor, iyice bağıra bağıra şarkı söylüyor. O anda aklına gelen, bildiği
halk türkülerini, aşk türkülerini, şiirlerini, halkının ezgilerini… İşte böyle
yenmişti pislikleri ve acılarını.
Bana bütün
bunları anlattıktan sonra şöyle demiştim ona:
‘’Kardeşim, sen
o türküleri herkes için söyledin! Bizler bundan sonra ne yapmamız gerektiğini
düşünmekten hiç çekinmeyeceğiz! Ne zaman şarkı söylemeye başlamamız gerektiğini
de artık biliyoruz.’’
O bana halkının
çektiği acıları da anlatmıştı. Ülkesinde derebeyleri köylülere acımasızca
zulmetmişti. Nazım onların hapishanelere atıldığını yaşamış, yiyecekleri ekmeği
verip, tütün aldıklarını, sonrada açlıktan avludaki otlara bakıp durduklarını
görmüştü…
Ateşli bir
dogmatizm karşıtı olan Nazım uzun yıllar Sovyetler Birliği’nde sürgünde yaşadı.
Onu kabul etmiş bu ülkeye olan sevgisini şöyle açıklamıştı:
‘’Ben şiirin
geleceğine inanıyorum. Buna inanmamın nedeni, yaşadığım bu ülkede şiirin insan
ruhundan devamlı bir şeyler talep etmesi’’
Onun bu sözlerinde
bizlerin uzaklardan fark edemediği bir çok sır gizli.
Pablo Neruda
Şilili yazar ve
şair
Kendisi Nazım Hikmet
adına Barış Ödülü almıştır. Bir kongrede Nazım Hikmet ile ilgili 'Onun (Nazım
Hikmet'in) yanında biz şair bile olamayız' diyerek Nazım Hikmet'i övmüştür.
Yaşamı boyunca güçlü
siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı
durmuştur. 1971 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülünü aldı. 1972
yılında sağlık sorunları nedeniyle elçilik görevini bırakarak Şili'ye döndü. 24
Eylül 1973'de kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
13 Aralık 2014 Cumartesi
Böyle Havalarda...
Böyle havalarda Albert Camus okuyacaksın, öyle temiz adamlar tanıyacaksın.Basit şeylerle mutlu olacaksın, mutluluk benim diyeceksin.Kendine yönelecek, unuttugun kendini bulacaksın.Edebiyata sığınacaksın yazacaksın mesela, kibirini, kinini, içinde ağır ne varsa...
İyi okumalar
Özgür Okuryazar
10 Aralık 2014 Çarşamba
Mutsuzluk
Evet, çağımız
insanının sorunu mutsuzluktur. Mutsuzluk, insanın kendi doğasına ve yaşama
yabancılaşması demektir. İnsanlar sevgi ve güven duygularını yitirince, mutlu yaşama
erdemini de yitirirler. İşte bugünün insanı, erdeme onun sağlayacağı mutluluğu,
yani sevgiyi aramaktadır. Bir başka deyişle, insan kendini aramaktadır.
Fromm'a göre çağımız insanını mutsuz kılan etmenleri anlamak için, yaşadığımız hayatın sorgulanması gerekmektedir. İçinde yaşadığımız kültürün en önemli özelliği, insanı değersizleştirmesidir. Etkin ve üretken bir biçimde yaşama katılma ve kendini gerçekleştirme olanağı bulamayan insan, ideolojilerin, dinlerin vb. tabuların kölesi olmaya zorlanmaktadır. Çünkü egemen kültür insanları özgür ve benzersiz kimlikleri ile kabul etmek yerine etnik, dinsel ya da sosyoekonomik özelliklerine göre kategorize etme anlayışı üzerine kurulmuştur.
Erich Fromm - Amerikalı ünlü bir psikanalist, sosyolog ve filozoftur. Ruh
bilimin Maksist –Sosyalist ve insancıl yaklaşımın en önemli temsilcilerindendi
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Facebook: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
Twitter: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram: http://instagram.com/ozgurokuryazar/
8 Aralık 2014 Pazartesi
İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali
İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali
Türk Edebiyatı tarihinde hızla gelip geçmiş bir yazardır Sabahattin Ali.
1940 yılında kaleme aldığı bu romanı kuvvetli iç çözümlemeleri, karakterlerin psikolojik iniş çıkışları, toplumsal olgulara dokunuşuyla benim için farklı bir yere sahiptir. Sabahattin Ali romanın yazıldığı dönemi o kadar iyi irdelemiştir ki, işlediği konu itibariyle doğruluğu günümüzde geçerliliğini korumaktadır.
İçerisinde çok güzel aşk betimlemeleri barındıran bu romanı okurken Macide ve Ömer’le birlikte Sirkeci, Fındıkzade, Sultanahmet, Beyazıt, Laleli arasında çok şey öğreneceğimiz aynı zamanda içimizde yarattığımız acizliği görebileceğimiz bir yolculuğa çıkacağız.
‘’İçimizdeki Şeytan’’ kitabını okurken altını çizdiğim o kadar çok satır var ki, üzerinde durup düşündüğüm, silkinip kendime geldiğim...
İşte o satırlar.
..."riyakarlık tesellide son haddini bulur"...
"... lakin hilkat bize bu felaketi hafifletecek bir vasıta vermiş: etrafı çeşmi ibretle temaşa kabiliyeti..."
‘’iyilik kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.’’
"insanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır."
Herkesin kendisinden bir şeyler bulabileceği, farkındalık eşiğini atlatan değerli bir roman.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
Facebook: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
İnstagram: ozgurokuryazar
5 Aralık 2014 Cuma
Kalanlar - Tezer Özlü
Kalanlar - Tezer
Özlü
Saçma sapan
oyunlara, insanı kendini unutturacak kurallara; öze ters düşecek dayatmalara
hiç teslim olmamış Tezer Özlü. Zaten içinde yaşadığımız toplumun genel
düzeyinden çok daha fazlasını öğrendiğinde söylediğin her şey ülke
değerlendirmeli karşısında delilik sayılıyor.
Tezer Özlü
ömrünü yaşanılacak bir yaşamın peşinde geçirmiş bir yazardır. Kitabında bundan
şöyle söz eder ‘’Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım’’. Tezer Özlü’nün
yeryüzüne dayanabilmesi için, dünyanın neresinde olursa olsun kelimelerin ona
eşlik ettiğini görüyoruz.
Benim Tezer
Özlü kitapları okurken öğrendiğim şey ise; bir insanın kendi dünyasına egemen olduğu
sürece özgürleştiği idi. Bunu başarabilmek içinde edebiyata kitaplara
sığınmaktan başka çaremizin olmadığıdır. Kendi dünyasına egemen olan insanın coşkusunun,
heyecanının, sevgisinin hiç bitmediğini düşünüyorum.
Kitaplar,
manevi birer hazinedir.
Kalanlar kitabı
ufak ama Tezer Özlü’yü tanımak için son derece önemli kitaptır.
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar
1 Aralık 2014 Pazartesi
Kendi Gecesinde - İnci Aral
Kendi Gecesinde – İnci Aral
İnci Aral’ı ilk olarak ‘’İçimden Kuşlar Göçüyor’’ kitabı ile tanıdım. Sonra birkaç kitabını daha alıp okudum ve şuan şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki İnci Aral’ın kitapları mutlaka okunmalı; çünkü İnci Aral romanlarında bir karakter yaratırken dönemin politik, ekonomik, toplumsal koşullarını bir bütün olarak ele alıp sizi o dönem içinde anlamlı bir yolculuğa çıkarıyor
‘’Kendi Gecesinde’’ baş kahraman Hayal Ali. Çocukluğunu 12 Eylül gölgesinde sevgisiz bir evde, varlıklı ve eski eser kaçakçısı bir baba tarafından özenle büyütülerek geçirmiş. Cinsel kimliği karışık bu genç adamın İstanbul’dan İngiltere’ye uzanan yaşamı var bu kitapta. Kitapta en sevdiğim bölüm Hayal’in kaçıp sığındığı ve içini döktüğü Sahil. Coğrafi bir niteleme değil, insanların yasaklardan, günahlardan, toplumun kınayıcı ve yok sayıcı gözlerinden kaçıp sığındıkları herhangi bir yerin simgesi olarak sahili çok sevdim. Günümüz insanlarının bu tür sıkışmışlıkta nereye sığındıklarını, yüreklerini nerede dinlendirdiklerini ya da sığınamadıklarını merak ediyorum. Kendimi, kendi sığınağımı düşünüyorum - apartmanın boşluğuna baktığı için penceresi buzlu cam ile kaplanmış, yaklaşık 4 metre kare büyüklüğünde, içinde mor kanepesi olan- odamı. Yargılardan, eleştirilerden, yok sayıcı gözlerden, kendini dünyanın en üstün insanı olduğunu ispatlamaya çalışan insanlardan kaçtığımda sığınıyorum. İçimdeki muhtelif sesleri dinlemeyi, onlarla buluşmayı seviyorum.
İnci Aral’ın “son uzun soluklu romanım” diye adlandırdığı “Kendi Gecesinde” anne oğul ilişkisizliği, baba oğul arasındaki dokunaklı sevgi- nefret ilişkileri, yetişmekte olan bir erkek çocuğun her iki cinse de yakın gelişen karmaşık cinsel kimliği, toplumdaki kültürel değişimin hızı, gençliğin bu değişim karşısındaki duruşunu okuyacaksınız.
İyi okumalar,
Özgür Okuryazar
Facebook: https://www.facebook.com/ozgurokuryazar
Twitter: https://twitter.com/ozgurokuryazar
İnstagram:http://instagram.com/ozgurokuryazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)