30 Eylül 2014 Salı

George Bernard Shaw






Bir adam, usta sanatçı, yazar Shaw’ın evine gelmiştir. Ve birçok güzel çiçek görür. İnanamamış ve o yazarın odasına ulaştığında içeride tek bir çiçek bile olmadığını görmüş.

‘’Ne garip’’ diye sormuş. Bahçende bir sürü güzel çiçeğin var. Adeta bolluk. Biraz olsun çiçek toplayıp, odanda bir vazoya koyamaz mıydın?

George Bernard Shaw der ki; Ben çocukları da çok seviyorum, onlar da her çiçek kadar güzeller ama salonumu dekore etmek için kafalarını kesmiyorum.
Çiçekler açacak, yağmurda dans edecekler, güneşte, rüzgarda. Onlar orada canlılar. Ve ben bir kasap değilim. Bir yaşam kaynağı iken çiçeği kesemem. Ve odamda cesetler istemem.


George Bernard Shaw: İrlandalı yazar. Altmıştan fazla oyuna imza atmıştır. Hem 1925'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü hem de 1938'de Pygmalion ile Oscar'ı alarak, bu iki ödülü de alabilen ilk ve tek insan olmuştur.
Sosyalizm ve kadın haklarının koyu bir savunucusu olmuştur. Shaw, 94 yaşına geldiği 1950'de, ağaç budarken merdivenden düştükten sonra oluşan yaralarının iyileşmemesi sonucunda olaydan birkaç gün sonra ölmüştür.



İyi Okumalar,

Özgür Okuryazar

29 Eylül 2014 Pazartesi

Kapitalist Toplum- Zubritski, Mitropolski Kerov


Kapitalist Toplum- Zubritski, Mitropolski Kerov

Çok eskilerden okuduğum bir kitabı sizlerle paylaşacağım. Bu kitabı okuduğumda henüz bir işte çalışmıyordum, bilgisayar, cep telefonu gibi teknolojik aletler henüz elimizde ve evimizde yoktu. Şimdilerde bu kitaba tekrar göz gezdirdiğimde, bahsettiğim o yıllarda altını çizdiğim satırları, çalışarak deneyim kazanmış biri olarak okuduğumda kesinlikle daha anlamlı buldum.

Kapitalizm, bir yanda, mülkten yoksun ya da hemen hemen yoksun halk kitleleri, ücretliler haline gelmekte iken, bir yanda, üretim alet ve araçlarının, çok az sayıda toprak sahipleri ve kapitalistlerin grubunun elinde bulunduğu bir toplum düzenidir.
Kapitalizmde, işçi, iş gününün bir bölümünde kendisi için, geri kalanında patronu için çalışır. İşçi, özgür bir insandır ve yasa, onu kapitalist için çalışmaya zorlamaz. Ama, genel olarak üretim aracına sahip olmadığından, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için işçi olarak çalışmak zorundadır. İşçilerin kapitalistler tarafından sömürülmesi toplumdaki üretim ilişkilerinin kilit taşıdır.
Kitapta, Kapitalist üretim biçiminin temel niteliklerini, Burjuva devrimini, Kapitalizmin kurulması ve gelişmesini, Rusya’da kapitalizm gelişmesini, Sömürge sistemini bölümler halinde anlatılmıştır.

İyi okumalar,
Özgür Okuryazar

25 Eylül 2014 Perşembe

Kadınlığımın Hikayesi- Simone de Beauvoir









Simone de Beauvoir Fransız edebiyatının cesur kalemlerinden. İlk kez 1970 yılında bir ‘feminist’’ olduğunu açıklar. Uzun bir süre, özerk bir kadın hareketine karşı çıkmıştır. Sosyalist bir devrime ve bunun sonucunda da kadın sorunlarının kendiliğinden çözüleceğine inanmaktaydı. Anılarının son cildinde belirttiğine göre, bunun için feminizme sığınmaktan kaçınmıştır.

Kadınlığımın Hikayesi  kitabında Sartre ile kurdukları ortak yaşantıyı, mutlu ve acılı günlerini, kadınlığın çeşitli sorunlarını, tanıdığı insanları, tutkularını, yazarlığını ve dünyamızın geçirdiği buhranlı dönemleri en küçük ayrıntılarına kadar anlatıyor. Bir roman gibi sürükleyici ve çarpıcı olan bu anıları severek, büyük bir ilgiyle okuyacaksınız.

Beauvoir, kitabına başlarken şöyle der;
‘’Sakınımsız davrandım, güç bir serüvene atılıp kendimi anlatmaya koyuldum; öyle zor ki,
başlıyor fakat bitiremiyorsun. Ömrümün ilk yirmi yılını kendime anlatmak ihtiyacını zaten
duyuyordum; genç kızlığımda hep gelecekteki günlere, kadınlığıma seslendim çünkü, benden
hiçbir şey kalmayacaktı geriye, kadınlığım hepsini yutacaktı, bir avuç kül bile bırakmayacak,
genç kızlığımı silip süpürecekti; hep yalvarıyor ve düştüğüm boşluk duygusundan beni çekip
almasını isliyor, bunu kadınlığımdan bekliyordum. Kimbilir, yazdığım bütün kitaplar bu
yakarışlarımın belki de bir devamıydı? Elli yasandayım artık, vaktin gelip çattığına inandım;
kadınlığımın bilincini boşlukta kaybolmuş genç kızın, çocuksu kızın avuçlarına bıraktım.
Bütün dualarımı, yakarışlarımı beyaz kâğıda döktüm’’


Simone de Beauvoir’ nın  tüm eserleri mutlaka okunulacak kitaplar listesinizde olmalı.

İyi Okumalar,


Özgür Okuryazar





Simone de Beauvoir:
9 Haziran 1908 – 14 Nisan 1986  Fransız sosyalist yazar ve filozof.  Sorbonne' da felsefe eğitimi aldı. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.

23 Eylül 2014 Salı

Sofi’nin Dünyası – Jostein Gaarder




Sofi’nin Dünyası,1995 yılında Türkçe’ye çevirisi yapıldığında para biriktirip aldığım bir kitaptır. Bu kitabı okuduğumda henüz Lise öğrencisiydim. O yıllar, kişiliğimi nereye koyacağımı bilemediğim, sinirli, asi bir ergendim.

Türkiye gündemini takip ediyordum, kendimce bir ideoloji benimseyip peşinden gitmeye çalışıyordum. Felsefe kitabı okumak istiyordum fakat bulabildiğim tüm kitaplar bünyeme büyük ve cüzdanıma büyük geliyordu.

Bu kitabı okuduktan sonra kendimi uzun bir süre filozof gibi hissetmiştim. Girdiğim her ortamda Platon’dan bahsetmeye başlamıştım. J

Türkiye ise o yıllarda kaynıyordu, bu kitabı hatırlayıp size anlatmaya hazırlanırken gözümün önünden acı acı Türkiye gerçekleri geçti.
O yıllar  Güner Ümit'in, inter Star'da yayınlanan "Süper Turnike" programında, Alevilere "ensest" olduğunu ima eden sözleri üzerine, Aleviler iki gün boyunca televizyon önünde gösteri yapmıştı. Sanırım herkesin hafızasında hala tazedir bu olay.
O yıllarda büyük yankı uyandıran, tüm okullu kızların kabusu olan, bekaret kontrölü izinini  Milli Eğitim Bakanlığı okul müdürlerine vermişti. Tüm okul ayaklanmıştık 2 gün sonra unutmuştuk, gençtik.
Shp ve Chp birleşmişti.
Gazi Mahallesi Olayları
Gap Projesi…
Dinar depremi…
Kardak Kayalıkları krizi…
Sorgun grizu patlaması, işçi ölümleri…
Deniz Baykal hep genel başkan J
Nasuh Mahruki Everest’in zirvesindeydi o yıl ve bu bir sınav sorusuydu. Hafızamda saklı.
Protestolar…
Yürüyüşler…
Sesini çıkartanın tepesinde copların patladığı yıllardı.

Kitaba dönersek;
"Benzer insanların", yüzeysel bilgilerin geçerli olduğu çağımızda, "3000 yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır" diyen Goethe'nin günübirlik insanlarından olmama yolunda ciddi bir adım.

Kitabın kurgusu sürükleyici ve etkileyici. Sofi Amundsen “kimsin sen?” yazılı bir kart bulur ve felsefe tarihindeki gezintisi başlamış olur. İlk çağlardan bugüne felsefe tarihinin bir özetini yapan kitap, bütün bu konuları olabilecek en iyi şekilde, düşüncelere derinlemesine dalmadan insanlara felsefe sevgisi aşılamayı güden başarılı bir kitap.

Kitaptan Alıntılar,
·      İyi bir filozof olmak için gereken tek şey hayret etme yetisidir.

·      Hayatta en önemli şey nedir? Açlığın sınırında bir insana bunu sorsan, yiyecek der. Soğuktan donan birine sorsak, sıcaklık der. Kendini yalnız hisseden birine sorsak, başka insanlarla beraber olmak, diye cevap verir.
Ancak bu tür ihtiyaçlar karşılandığında, tüm insanların hâlâ ihtiyaç duyduğu şeyler var mıdır? Filozoflara göre, evet, vardır…

·      Neden yaşadığımız konusuyla ilgilenmek, pul toplamak kadar “rastlantısal” bir ilgi değildir. S.20

·       Çocuklar için dünya ve dünyadaki her şey yenidir, ilginçtir. Büyükler içinse durum hiç de böyle değildir; büyüklerin çoğu için dünya sıradan bir şeydir.
Filozoflarsa diğer büyüklerden farklıdır. Bir filozof dünyaya alışmayı bir türlü beceremez. Dünya onun için hâlâ akıl almaz bir şey, evet, hâlâ sırlarla dolu, gizemli bir şeydir. Filozoflarla küçük çocukların en önemli ortak yanları budur; bir filozof ömrü boyunca duyarlı bir çocuk olarak kalır da diyebilirsin sen buna. S.26


·        Bildiğimiz ilk filozof, Anadolu’da bir Yunan kenti olan Miletos’ta yaşamış Thales’tir. Thales dünyayı dolaşmıştı… Thales, her şeyin özünün su olduğunu öne sürmüştür. S.41

·        ”Her şey akar,” diyordu Herakletios. Her şey hareket etmektedir ve hiçbir şey kalıcı değildir. S.44


·        Doğal bir arlanma duygusundan söz edilebilir mi?
En bilge kişi bilmediğini bilen kişidir.
Gerçek bilgi içimizde mevcuttur.
Doğru bilgi, doğru eylemi gerçekleştirir. S.70

İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar

22 Eylül 2014 Pazartesi

Dönüşüm –Kafka


Kafka yakın arkadaşı Max Brod'a verdiği vasiyetinde tüm yazdıklarının imha edilmesini rica etmişti. Fakat Max Brod, Kafka'nın ölümünden hemen sonra  elindeki eserleri yayımlamaya başladı. Kafka’yı edebiyat, kültür dünyasına kazandıran arkadaşı Max Brod’a sonsuz teşekkür edip size Kafka’nın önemli eserlerinden biri olan Dönüşüm’ü anlatmaya çalışacağım.
Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu…
Böcek olmakla alışageldiği yaşamından koparak yepyeni bir konuma giren Gregor Samsa o güne dek sürdürdüğü yaşamına, çevresindekilere bambaşka bir gözle bakacak çünkü böcek ya da böcekleşme bir durumdur içten dışarıya bakmanın durumu.
Aile, önceleri ümidini yitirmez, yeni Gregor’a hareket alanı sağlayabilmek için, odasının biraz boşaltılması gerekmektedir. Ama anne buna karşı çıkar çünkü odayı eskiden nasılsa şimdide öyle korumaya çalışırsa oğlunun yine aralarına döndüğünde her şeyi eskisi gibi bulmasını ve arada olup bitenleri de unutmasının o ölçüde kolay olacağını düşünür.
Gregor sürüye dönebilmek için böceklikten çıkmalıdır ve sürüyle yeniden uyum sağlayabilmesi için böcek olduğu dönemi unutmalıdır. O zaman yine annesine ve babasına uyabilecektir; içinde yaşadığı topluma eskisi gibi ‘hizmet’ edebilecektir.

Kafka, insanın gizli kalmış korkularını, sahte ilişkilerini gözler önüne serer. Karamsar mizacı eserlerindeki karakterlerinde hissedilmektedir. Bu eserinde sözü edilen ‘’hayvan’’ olması gereken insandır. Hayvanın ağzından anlattığı bu öyküde kendi korkularını, insan olmanın zorluklarına değinir. İnsan olarak yaşamanın ve doğru yolda ilerlemenin imkansızlığını gözler önüne seriyor.

İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar






George Bernand Shaw








George Bernand Shaw'a sormuşlar, ''Bir insan yaşamını tembelce, ellerini cebine sokup keyif alarak yaşayabilir mi?'' George Bernard Shaw demiş ki, ''Evet, eğer cepler bir başkasına aitse!''

İrlandalı yazar. Altmıştan fazla oyuna imza atmıştır. Hem 1925'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü hem de 1938'de Pygmalion ile Oscar'ı alarak, bu iki ödülü de alabilen ilk ve tek insan olmuştur.
Sosyalizm ve kadın haklarının koyu bir savunucusu olmuştur. Shaw, 94 yaşına geldiği 1950'de, ağaç budarken merdivenden düştükten sonra oluşan yaralarının iyileşmemesi sonucunda olaydan birkaç gün sonra ölmüştür.

19 Eylül 2014 Cuma

SOKRATES (Şölen-Kriton-Sokrates’in Savunması)




Eğer Sokrates’i zehirlemek yerine dinlemeyi tercih etselerdi ve Sokrates’in onlardan yapmak istediği şeyi yapsalardı Yunanistan dünyanın zirvesi haline gelebilirdi.

Yeryüzünde birçok büyük insan yaşadı ama Soktares’in kendine özgü bir yeri vardı. Sokrates’e büyük saygı duyarım öylesine mütevazıdır ki sıradan insan olarak kalmış ve hiçbir üstünlük ve özel durum iddia etmemiştir.25 yüz yıl önce bu adama, içeceği  zehir verildiğinde müritlerine ‘’Ölümden sonraki yaşam hakkında sorular sorup durdunuz. Bu güzel bir şans, güzel bir fırsat. Eğer kendi kendime ölseydim bu fırsatı elde edemezdim. Ama şimdi zehirleneceğim ve o beni yavaşça öldürecek. Ve ben size son ana kadar, dilim uyuşup daha fazla konuşamayacak hale gelene kadar deneyimlerimi anlatacağım’’ dedi.

Sokrates hayal edebileceğimiz en sofistike ve en kültürlü insanlardan biriydi. Sokrates gibi insanlar tehlikeli görünürler çünkü onlar bizi köklerimizden sarsarlar, şartlanmalarımızı ortadan kaldırırlar ve bize bizim gerçeklerimizden haberdar ederler.

Sokrates Atina’da küçük bir mahallede yaşadı. Hakkında verilen karara göre zehir Sokrates’e tam günbatımı sırasında verilecekti. Camdan baktı ’’Güneş battı! Dışarıdaki adam hala zehiri hazırlıyor. Ona geç kaldığını söyleyin. Görev başındayken asla geç kalmamalı’’ dedi.
Sokrates’in şöyle söylediği yazılır:


‘’Gençken her şeyi bildiğimi zannederdim. Biraz olgunlaştığımda bir o kadar şeyi de bilmediğimi anladım. Biraz daha yaşlandığımda şaşkınlığa düştüm çünkü gençken daha çok şey bildiğimi ve bildiğim şeylerin gitgide azaldığını fark ettim.’’ Ve sonunda ölümünden hemen önce de ‘’hiçbir şey bilmiyorum’’ dedi.

İyi Okumalar
Özgür Okuryazar

15 Eylül 2014 Pazartesi

Hitler – Ian Kershaw

Almanya’nın dünyadaki en entelektüel ülkelerden biri olduğunu biliyorsunuz. Dünyaya Kant, Hegel, Feuerbach, Karl Marx, Sigmund Freud, Martin Heidegger gibi insanları verdi. Büyük filozoflar, büyük psikologlar. Ve çatlak Adolf Hitler, ülkenin tüm aydınlarının onu takip etmesini sağladı.

Tarih tekerrürden ibarettir çünkü öğrenmiyoruz öğrenirsek tekrar etmesini engelleyebiliriz. Üniversiteler, profesörler, rektörler, aydınlar bu çatlak adamı desteklediler. İnanılır gibi değil. Neredeyse 10 milyon insan öldürdü ve halk hala onu destekliyordu.

Birinci Dünya savaşından sonra Almanya büyük kaos içindeydi. Bu kaos Adolf Hitler’i yarattı. Bir boşluk vardı ve Adolf Hitler bu boşluğu doldurdu. Kuzey Alman ırkının en saf Aryan ırkı ve dünyanın geri kalanına hükmetmeye yazgılı olduğunu, çünkü tüm diğerlerinin düşük ırktan olduğunu söyledi.

Tuhaf! İnsanlara özgürlüklerini verirsen tembelleşiyorlar, çalışmak istemiyorlar. Onlara faşist düzen verirsen tüm potansiyelleri ile çalışıyorlar; yaratıyorlar, birleşiyorlar, güçleniyorlar. (Günümüzde örnekleri mevcut)
Ancak yenildikten sonra insanlar yaptıklarına ne tür bir adamı desteklediklerine bakmaya başladı. Bir canavar, milyonlarca insanı öldüren bir katil, belki de tüm tarihteki en büyük katil.

Adolf Hitler biyografisinde bir ulusun güçlü olmasını istiyorsan, çevresinde düşmanlar yaratmalısın, der, aksi halde insanlar gevşer.

Hitler anlamlı bir felsefesi olduğu için başarılı olmadı felsefesi saçmaydı, çocuksu ve olgunlaşmamıştı. Üstelik Alman halkını ikna etmek zordur. Hipnotize edici bir grup olgusu yarattı. Onları ikna etti.

Hitler, 1936-1945 yıllarında örneği görülmemiş işkencelerle dünyaya hükmetmiş 10 milyon insanı öldürmüş bir katildir. 1945 Nisanında Kızıl ordu Berlin’e girdiğinde Hitler ve sevgilisi ile saklandıkları sığınakta hayatlarına son vermişlerdir. Ne olursa olsun Stalin’e sağ yakalanmak istemiyordu.

Bu kitabı tavsiye ediyorum! Tarih tekerrür etmesin. Öğrenirsek engelleyebiliriz.
Kitap 1164 sayfa. Durun hemen korkmayın!
Ben bu kitabı parçalara ayırarak okudum. Kitabın daha başlarındayken ara verip Alman Nazi kamplarında 4 yıl ölümle burun buruna gelmiş Viyanalı Dr. Viktor E.Frankl’nin ‘’İnsanın Anlam Arayışı’’ kitabını okudum.

Kitabın yarısında Fransız yazar  Simone de Beauvoir’ nın  ‘’Kadınlığımın hikayesi’’ kitabında o dönemde Fransa’nın ve İngiltere’nin Adolf Hitler’in zulmüne karşı sessizliğini, tarafsızlığını ve  dönemin Paris’ teki yansımalarını okudum.
Kitabın sonlarına doğru katil Adolf Hitlerin Biyografisi olan ‘’Kavgam’’ ı ve ‘’Hitlerin Şirret Kadınları’’  okuyup kitabı bitirdim.

İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar



Ian Kershaw : Sheffield Üniversitesinde modern tarih Profesörü.  Bu eseri ile 2000 yılında Whitbread Biyografi gösterilmiş; aynı yıl içinde Avusturya’da Yılın siyasi kitabı dalında Bruno Kreisky Ödülü’ne ve Tarih dalında Wolfson Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür.

12 Eylül 2014 Cuma

Hayatın Anlamı - Schopenhauer



Schopenhauer diyor ki;
Hayatınız öncelikle bakır bozukluklarla yapılmış bir ödemeye benzer; bizim bu ödemeye karşı bir alındı makbuzu vermemiz gerekir; bakır bozukluklar günler, alındı makbuzu ölümdür. (...) Zamanın bizi telaş içerisinde biteviye koşturup durması, bize asla nefes alma imkânı sunmaması, elinde kamçıyla buyurgan bir işveren gibi hepimizin tepesinde beklemesi ile hayatımızın bir azap ve işkenceye dönmesi arasında en küçük bir bağ kurma imkânı yoktur. Zaman ancak can sıkıntısının cenderesi içinde kıvrananların başına bela kesilmez ve onları sık boğaz etmez

Schopenhauer için hayatın özü acı ve kötüdür. Kötümserdi ve kadınları sevmezdi çünkü annesi ona çok kötü davranmış, mutsuz bir çocukluk geçirmişti. Bir takım basit tesirler, izlenimler kinler ve nefretler onun ilhamını harekete geçirmek bakımından çok esaslı rol oynamaktadır. O yaratılışı, insanları daima karanlık ve kederli bir aynadan yansıtmaktadır. Onun için dünya, bir azap ve şer oyununa sahne olmak için yaratılmıştır.
‘’Filozof yaşadığı dönemin aynasıdır” sözünü doğru kılar şekilde döneminin aynası olmayı başarmıştır.
Felsefe severler için tavsiye edeceğim bir kitaptır, dili ağırdır.

İyi Okumalar
Özgür Okuryazar

Arthur Schopenhauer - 19. yy filozofu.


10 Eylül 2014 Çarşamba

Kızlarımız Mutsuz!

Kızlarımız mutsuz!


Geçtiğimiz günlerde eşimle birlikte bir düğüne katıldık.  Yaşları 22 ile 25 arasında değişen gençlerle ayaküstü sohbet ettik.  Sohbetimiz gelinin sahneye çıkmasıyla bölündü  işte tam o sırada  kızlardan birinin babası kızın yanına geldi  ‘’bak arkadaşın evlendi sen evde kaldın’’ dedi ve gitti.
Başımdan kaynar sular döküldü. Çok tuhaf duygular içinde debelenip durdum düğün boyunca. Bizim evimizde tüm kargaşaya tüm mutsuzluğa rağmen asla böyle şeyler konuşulmazdı. Ayıp bilirdik ( ayrıca tartışılabilir). Evlenmek konusu birisi gelip evlenmeyi düşündüğünü söyleyene kadar hiç açılmazdı.  


Kızlarımız mutsuz!
Bir marka ‘’popo silikonu’’ çıkartmış çorapçılarda satıyor, satış rekorları kırıyor. Hedef kitle erkekler tarafından beğenilmediğini düşünen, evlenemediği için aileden ve arkadaş çevresinden baskı gören, sohbetlerde alay konusu edilen gençler.


Kızlarımız mutsuz!
25 yıllık bir hedef kızlarımızın önüne koyuluyor. Ve mutlaka gerçekleştirmelerini bekliyoruz. Aksi halde her ortamda artık evlenmeleri gerektiğini ima edip onları güzellik salonlarından çıkıp estetik doktorlarının önüne atıyoruz.


Anneler, babalar çeyizler düzmeyin, bırakın bohçaları eksik kalsın,  yatak odası kız tarafına aittir biz alalım demeyin yüzyıllardır süregelen bu yanlışları artık bir kenara bırakın. Zihinlerini bu tür koşullandırmalarla doldurmayın.

Etraf sadece güzel düğünler, pahalı ve popüler mekanlarda kına gecesi yapmak,  düğün ve kına fotoğraflarını ‘’en mutlu günüm’’ adı altında sosyal medyada paylaşmak en çok ‘’like’’ almak  için evlenenlerle dolup taştı.


Aile tüm problemlerin kökenidir bence. Yoksulluğumuzun, hastalığımızın, deliliğimizin, boş oluşumuzun, sevgisizliğimizin sebebi ailedir. Tüm koşullandırmaların zemini ailedir.

Özgür Okuryazar
10 Eylül 2014






8 Eylül 2014 Pazartesi

Benim Hüzünlü Orospularım – Gabriel Garcia Marquez











Benim Hüzünlü Orospularım – Gabriel Garcia Marquez

Ölümünden önce yayımlanan son kitabı olan “Benim Hüzünlü Orospularım”ı size anlatmaya çalışacağım. Marquez’in 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış büyük yazarlardan biri olduğunu biliyoruz.

Geçtiğimiz Nisan ayında aramızdan ayrıldı.   

Marquez,  bu kitabında   aşkı, kıskançlığı, yaşlılığı, yalnızlığı  çok cesur bir dille anlatmış olması bu kitabı sevmeme neden oldu. Kitabın dili çok yalın ve akıcı.  Olay kurgusu masalsı.

Romanın olay örgüsü kısaca şöyledir;

Kitapta 90 yaşındaki bir adamla 14 yaşında bir yeniyetmenin ilişkisini anlatılıyor... Doksanıncı  yaş gününde bakire bir kızla birlikte olmak istiyor ve ondan sonra yaşlı gazetecimizin yaşlılık, ölüm ve cinsellik üzerine düşüncelerini okuyoruz.
Kitap 98 sayfadan oluşuyor ve dilinin akıcılığı nedeniyle bir çırpıda okunabiliyor. 90 yaşındaki bu adamın kendisiyle olan  derin iç hesaplaşmaları ve cesur itirafları  okunmaya değer.

İyi okumalar,

Özgür Okuryazar


Gabriel Garcia Marquez: Kolombiyalı yazar, gazeteci.1982 Nobel ödülü sabihi.

5 Eylül 2014 Cuma

Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri – Eduardo Galeano



Eduardo Galeano ‘yu  Kucaklaşmanın kitabında tanımış daha sonra  ‘’Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri ‘’ kitabını almıştım. Şimdi size anlatacağım kitap Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri fakat Kucaklaşmanın Kitabında  altını çizdiğim bir satır paylaşmak istiyorum    ‘’Uyku tutmuyor. Göz kapaklarımın arasına sıkışmış bir kadın var. Çık oradan, derdim ona diyebilseydim. Neylersiniz ki boğazıma da bir kadın kaçmış.’’ Bu kitabı başka bir yazımda detaylı anlatacağım.
 Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceler bir günce niteliğinde. Röportajlardan anılara, tarihsel kısa öykülerden aforizmalara yayılan, alışılmadık bir yaşam öyküsü.
Galeano kitabında içinde yaşadığımız sistemi şöyle açıklar “Sistem; köpeği tekmeleyen çocuğa vuran kadına kötü davranan işçiyi aşağılayan çalışanın gözünü korkutan şefe bağıran müdürü hor gören genel müdürü tehdit eden bakanı uyaran başkanı çağıran generalle akşam yemeği yiyen büyükelçinin dikkatini çeken bankacıyı uyaran bilgisayarı programlayan sistem…”
Kitaptan bir bölüm
‘’Hayatta olmak bir tehlike; düşünmek bir günah; karnını doyurmaksa bir mucize. Peki, kendi ülkesinin sınırları içinde sürgün hayatı yaşayanlar kaç kişi? Boyun eğmeye ve sessiz kalmaya mahkûm edilmiş olanları hangi istatistik gösteriyor? Umutları katletmek, insanları katletmekten daha büyük bir suç değil mi?

Diktatörlük bir kepazelik alışkanlığı: İnsanı sağır ve dilsiz, dinlemekten ve konuşmaktan aciz ve bakılması yasak olana karşı kör yapan bir makine. Brezilya’da ilk işkence sonucu ölüm vakası 1964’te yaşandı ve bu ulusal çapta bir skandala yol açtı. Onuncu işkence sonucu ölüm vakasıysa kendine gazetelerde zorlukla yer buldu. Ellinci vakaysa "normal" bir durum olarak karşılandı.

Kışın soğuk nasıl kabulleniliyorsa, makine de korkuyu kabullenmeyi öğretiyor. Bir duvara "Yaşasın Özgürlük" yazan ya da sokakta bildiri dağıtan bir insan, eğer işkenceden sağ çıkarsa, ömrünün önemli bir bölümünü hapishanede geçirebilir. Eğer işkenceye dayanamazsa, ölüm raporunda kaçmaya yeltendiği, ayağının kayıp bilmem kaçıncı kattan düştüğü, kendini astığı ya da astım krizi sonucu öldüğü yazacaktır. Otopsi falan yapılmayacaktır. Her ay bir hapishanenin açılışı yapılır. Ekonomistlerin "İlerleme Planı" dedikleri şey işte budur.

Peki ya görünmez kafesler? Korkunun tutsaklarından hangi resmî raporda ya da muhalefet bildirisinde bahsedilir? İşini kaybetme korkusu, iş bulamama korkusu, konuşma korkusu, dinleme korkusu, okuma korkusu. Sessizlik ülkesinde, sırf bakışlarındaki ışıltı yüzünden bir insan kendini toplama kampında bulabilir. Bir memuru işten çıkarmaya gerek yoktur; yargı kararı olmaksızın işten atılabileceğini ve kimsenin ona asla iş vermeyeceğini bilmesi yeterlidir. Her vatandaş bizzat kendi davranış ve sözlerini sansürleyen bir mekanizmaya dönüştüğü anda sansür, gerçeğe karşı zafer kazanmış demektir.

Diktatörlük, karakolları, polis merkezlerini, terk edilmiş vagonları, kullanılmayan gemileri hapishaneye dönüştürüyor. Peki, herkesin evini de bir hapishaneye dönüştürmüyor mu?’’
İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar


Yazar, Eduardo Galeano Uruguaylı, gazeteci, yazar , 1973'ten sonra Arjantin ve İspanya'da sürgünde yaşadı. 1985'te Uruguay'a geri döndü.

3 Eylül 2014 Çarşamba

Kadın Beyni – Dr. Louann Brizendine

Kadın Beyni – Dr. Louann Brizendine

Bu  kitap okuruna  kadın hayatının evreleri hakkında muazzam bilimsel bir bilgi sunmaktadır. Tüm yazılanlar yıllar süren bir araştırmanın, düşünme sürecinin ve sentezlemenin ürünüdür. Kitap kadın beyni ile ilgili bir çıkarsamaya ulaşabilmek adına çeşitli alanlarda çalışan birçok bilim insanının çalışmaların bir araya getirmiş.
Sadece kadınlar değil. Yeni doğmuş kız çocuklarından başlayarak, genç kızlık dönemi, yetişkin kadınlık, anne beyni ve olgunluk dönemini anlatan, kadın hayatını 5 bölüme ayıran bir çalışma.

Neler öğrendim
Huzurlu bir hayat için hormonların okunması gerektiğini
Erkek ve kadın beyninin farklılıklarını görüp, kadınların attığı triplerin erkekler tarafından pekte görülmediğini,
Kız çocuklarımızı, ergenleri, menopoz öncesi ve sonrası kadınları anlamayı
Erkekleri emretmeye yatkın ve cinsel fantezileri tarafından tüketilen beyinleri nedeniyle sabit fikirli olduklarını
Kadın beyninin daha  yetenekli ve donanımlı çalıştığını
Erkeklerin kontrol edemedikleri hormonlarının cinselliğe olan zaaflarını arttırdığını
Kadınların duyguları sekiz şeritli bir otobanda, erkeklerinse toz toprak bir ara patikada yol aldıklarını
Erkeklerin cinselliği işleme alanları uluslararası uçuşların yapıldığı, kadınlarınki ise özel uçuşların düzenlendiği bir havaalanına benziyor. Kadın ve erkek arasındaki tüm karmaşa da bundan kaynaklandığını
Kadınlar günde 20.000, erkeklerse 7.000 kelimeyle konuştuğunu
Seks düşüncesi bir kadının beynine gün aşırı uğrarken erkeklerin neredeyse hiç aklından çıkmadığını
Kadınlar, erkeklerin hiç hatırlamadığı kavgaları asla unutmadığı
Bir erkek, karşısındaki insan ağlamadıkça ya da üzgün görünmedikçe onun neler hissettiğini anlayamazken, bir kadın ufacık bir mimik ya da bakıştan karşısındakinin ruh halini çözebildiğini
Menopozdan sonra kadınların en mutlu dönemlerinin olduğunu

 Açıkcası kadınları anlamaktan şikayet eden erkeklere, şiddetle tavsiye ederim.

İyi Okumalar,
Özgür Okuryazar

Yazar: Dr.Louann Brizenndine
San Francisco, California Üniversitesi’nde nöro-psikiyatr. Harvard Üniversitesinde Tıp Fakültesi’nde görev yapan Brizendine, Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Berkeley California Üniversitesi nörobiyoloji mezunudur.



1 Eylül 2014 Pazartesi

Anayurt Oteli - Yusuf Atılgan







Anayurt Oteli – Yusuf Atılgan

Bu kitabı , sayısız kere gittiğim Nazım Hikmet Kültür merkezinde 8 TL’ye almış,  bahçesinde oturup  bir solukta okumuştum (sayfa sayısı 108) . Zebercet karakterini uzunca bir süre hayatımdan çıkaramamıştım. Zebercet gibi uyandığım çok sabahlar olmuştur.

Zebercet kimdir?
Zebercet, otuz yaşlarında, kısa boylu, çelimsiz ve çirkince bir adamdır. Ne ölü, ne sağ  bir yaşamın kahramanı Zebercet. Enteresan takıntıları ve durduramadığı cinsel dürtüleri vardır.  
Kitap Zebercet’in zihninden akıp gittiği şekilde anlatılıyor. Hayalleri, rüyaları, düşünceleri , konuşmaları hepsi Zerbercet’in zihninden dökülüp bizlere ulaşıyor.

Romanın Olay örgüsü kısaca şöyledir.
Bir gün, Zebercet’in  çalıştığı Anayurt Oteli’ne, esrarengiz bir kadın gelir. Otelde bir gece kalan ve sonrasında ortadan kaybolan bu kadın, Zebercet’te adeta bir tutku halini alır. Genç adamın tek düze olan hayatı, bir anda değişmiştir. Sürekli bu esrarengiz kadının hayaliyle yaşayan Zebercet’in, bastırdığı duygular ve çocukluğundan bu yana yaşadığı sorunlar, ortaya çıkmaya başlar.
Kadının kaldığı odaya taşınan adam bir süre sonra otele gelen müşterileri kabul etmez ve en sonunda oteli dışarıya kapatır. Kendini çok yalnız hissettiği bir akşam, otelde çalışan ortalıkçı kadınla…

Yalnızlığa dair, başarılı bir kitap arıyorsanız,  ‘Anayurt Oteli’ bunun için uygun olan romanlardan biri.

İyi Okumalar,


Yusuf Atılgan
1921'de Manisa'da doğdu. Manisa Ortaokulu'nu (1936), Balıkesir Lisesi'ni (1939) ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1944)